- bu kitabın önsözünden:
“Cumhuriyet döneminde Bâyezîd-i Bistâmî ile ilgili adam gibi şiir yazan şairlerin başında elbette ki Şahin Uçar’ı saymak gerekir. Hatta Şahin Uçar’ın bu konuda tek(-el) olduğunu söylemek gerekir. Bayezid-i Bistami’yi onun kadar okuyan, algılayan, anlatan ve yorumlayan ikinci bir şair yoktur. Şahin Uçar’ın şiiri zaten hemencecik bu konuda kendini belli ediyor ve kendine olan özgüvenle ‘ben buradayım’ diye sanatsal körleşmeyi huffâşlar gibi en alt-marjinal düzeyde yaşayan herkesin gözünü rencîde ediyor. Şahin Uçar’ın kitabımıza alıp şerhettiğimiz şiiri olmasaydı, belki de bu kitabı yazma gereği duymazdım. yani bir anlamda bu eserin yazılmasına Uçar vesile oldu.”
.
.
Key büved mâ zi mâ cüdâ mande
Men ü tü refte ve Hüdâ mande *
Biz nasıl ayrılıp cüdâ kalmış
Ben ve Sen gitmişiz Hüdâ kalmış
I
Mor Lata’nın üstüne kara cübbe giyindim
Belden zünnâr kesmeden / A’raf ı gezip, döndüm
Yoldan rüzgâr esmeden / gülün kokusu geldi
Ördek suya dalmadan / gölün uykusu geldi…
Cismi suya bıraktı / ismi müsemmâ bildi
Derviş cübbeyi attı: derisi cübbe oldu…
Ne gerçek, ne yanlış duyduğun sözler
Her söz bir kılıf: cübbe üstüne cübbe!
“Görüş” bir elbisedir, gerçeği bizden gizler
Dedikodu kılıfı var bu “görüş” üstünde
Bütün bu cübbeleri soyunup atsan bile-
Deri dahi bir perde- Bu ismin müsemmâsı ne?
II
Cübbenin altındaki ne? Perdenin ardındaki kim?
Perdedir her kelime…
Kelime “kelime”yi böyle tarif ediyor:
“İmâm, profesör, hâkim…”
Nedir bu kelimeler?
Ve her kelime yine / başka tarif istiyor….
Nedir asıl kelime?
O kelime’yi bulsam sırlar ayan olacak
Biri “Kelime Tanrıdır” diyor / bir başkası,
“Peygamber!”
Bâyezîdi Bistâmî, “Bu bilgiyi arayarak bulamazsın
demişti, “Ne var ki onu bulanlar, yalnızca aramış
olanlar!”
Arayanlar bulamaz /
Bulan dahi bilemez !
III
Brahman Rahipleri “Tat Twam Asi” derler:
“O, sen kendinsin!”
“Kalbinin taa içindeki o Atman / içindeki sonsuz Ben”.
“Ente tekûnü zâke 1” demiş lâkin Bâyezîd /
“Sonunda sen, O olursun.1”
O kimdir? ya sen, kimsin?
“Biz nasıl birbirinden ayrılmış,
Ben ve Sen gitmişiz: Hüdâ kalmış…”*
IV
Cübbenin içindeki kim?
Duydum ki kaybolmuş içinde cübbesinin
Bâyezîd-i Bistâmî…
Derisinden sıyrılmış / perdelerden kurtulmuş
Can kuşuyla ma’rifet göklerinde uçarken
Birlik ağacını görmüş
O anda dahi dermiş /
ki Bâyezîd Bistâmî:
“Her şey aldatmacaymış!”
Ve kaybolmuş içinde cüppesinin.
“Biz nasıl ayrılıp, cüdâ kalmış,
Ben ve Sen gitmişiz: Hudâ kalmış.”*
V
“halk içre bir âyine var, her kes bakar bir ân görür
her ne görür kendi yüzün, ger yahşi ger yaman görür” **
Gizlediği bir gerçek var bütün perdelerin
Her gördüğün gerçek değil/ gerçek demek, “var” demek
Her perdenin ardında/ yine başka perde
Çıplak gerçek nerde?
“Halk içre bir âyna var: herkes bakar kendin görür!
Sanma görür kendi yüzün-gördüğü perdedir onun..
Gerçeği görmek için
bu sonsuz perdelerin hepsini aşmak gerek
VI
Her sözdeki “gerçek öz”ü görmekte muammâ
Bir seste o “gizli yüzü” görmüş gibi a’mâ
“Mânî-i Kelâm şâhid-i mazmûn-i Hüdâdır
Gönlüm sadefinden olur azrâ gibi peyda”
“Biz nasıl birbirinden ayrılmış
Ben ve sen gitmişiz: Hûda kalmış…” *
Nedir ya bu sözün özü?
Çünki “Lübb’ül-lüb” denen o kalplerin kalbinde,
Taa kalbimin içinde, içimdeki “sonsuz ben”de:
VII
Nihân etdim Kelâmım; gerçi ma’nâ âşikâr oldu
Söz oldu perde-î hüsnün: o perde vasf-i yâr oldu
Nikaab ender nikaab olsa, Kelâm Hakk’ı eder ifşa
Nihân û aşikâr amma, söz oldu; söz medâr oldu
O söz gonca gül oldu “Küntü Kenzen” sırrını açdı
Bu söz can içre can oldu; gül açdı; gül-izâr oldu
“Kün!” emrinden zaman oldu; zaman, kevn û mekân oldu
Kelâmdan cânı cân oldu, Kelâmdan vâr vâr oldu
Gönül ekmek yemez: cânım, “Kelâmullah”la can buldu
Kelâmım câna can verdi, Kelâmım yâre yâr oldu
Gönülden taşra bin azrâ çıkardım ki sunam Hakk’a
Bu ma’nî-i kelâm halka bu gönlümden nisâr oldu
Eğerçî âh ü zar eyler, Kelâmla iftihâr eyler
Gönül bir özge kâr eyler, ne kâr û ne zarâr oldu
“Meta’-î nengden ârem” bu Şeyda sözde “hem- vâr”em
Eğerçî fikr-i âvârem bu aşka lâlezâr oldu
Bidâyetde Kelâm vardı: “İlâhi Nefha”nın savtı
Zuhûru Rûzigâr oldu: bir özge nev-behâr oldu
Nihân etdim Kelâmım gerçi ma’nâ âşikâr oldu
Söz oldu perde-î hüsnün: o perde vasf-i yâr oldu.
* Fahrüddin-i Irakî’: Lemaât
** Yunus Emre
1) Bâyezîd: Miraçnâme