yılar önce bir röportajda tarih felsefesi nedir diye soran karabatak dergisine cevaben söylediklerim:
dergi-“Tarih felsefesi hakkında ne söylemek istersiniz?” tarih felsefesi nedir?
El-cevab: Burada Tarih Felsefesi hakkında kısa bir not ile iktifa edeceğim: Tarih Felsefesi, yahut tarihin felsefesini yapmak, geçmiş zamanlarda cereyan eden hadiseleri düşünmek ve yorumlamak demektir.
Tarihi anlamaya ve yorumlamaya ihtiyacımız var; çünkü içinde yaşadığımız dünyanın şartları geçmiş zamanda cereyan eden hadiselerin neticesidir. Tarihî hadiseler geçmişte kalmış ve unutulmuş olsalar da bugünkü olaylara da iştirak ederler.Tarihi anlamlandırmak ne derecede mümkündür, tartışılabilir; ancak tarihi araştırma ve yorumlama gayreti yaşadığımız dünyayı anlamak ve beşeriyetin geleceği hakkında bir projeksiyon üretebilmek içindir. Kısaca, bugün yaşadığımız hadiselerin geçmiş zamanlardaki hadiselerin meydana getirdiği şartların sonucu olarak oluştuğu, düşünülürse; bu dünyayı anlamak için uygun bir perspektif tayin etmek ve gelecek zamanlar için doğru bir oryantasyon, doğru bir yol, bir yöneliş ve istikamet tayin etmek maksadıyla, yani bugün yaşadığımız şartları oluşturan sebepleri anlamak için, tarihi anlamaya çalışıyoruz.Demek ki, zaman içinde cereyan eden hadisatı anlamaya çalışarak, insanın yeryüzündeki macerasını anlamlandırmak istiyoruz. Böyle anlaşıldığı takdirde, tarih felsefesi dediğimiz bu faaliyet, herhangi bir disiplinin, söz gelişi tarihin veya felsefenin, bir branşı olmaktan ziyade, beşerî hikmet ve marifetin” bir bütün olarak tamamını ihtiva etmektedir; zira geçmişi bugünü ve geleceği ile beşeriyetin bütün hayatını anlamlandırmak ma’nâsına gelmektedir. Bu öyle bir hikmet ve marifet arayışıdır ki hakikati anlama ve açıklamaya yönelik bütün farklı araştırma dillerini, yani bilim, felsefe, tarih, sanat, marifet-i nefs dahil olmak üzere, hadisatı anlayabilmek için kullandığımız bütün farklı ifade vasıtalarımız ve inançlarımızı ihtiva eder.Hatta belki, tarih disiplininin bir şubesi olduğu intibaı veren bu “tarih felsefesi” tabiri bile, bu bakımdan biraz eksik ve yetersiz bir tesmiye gibi durmaktadır; zira bu ismin müsemması ilk bakışta gördüğümüzden daha geniştir. Eğer beşerî varlığımızı bütün yönleriyle anlamlandıracak bir hikmet ve marifet arayışı içinde isek, izafî ve kısmî gerçekler yerine, tam ve kamil ma’nâsı ile “hakikat”e talip olan bir yolcuya dönüşüyoruz demektir. Fuzûlî’nin dediği gibi, “Aşkıdır aydınlatan aşıkların yollarını.” Halbuki, rah-i hakikat belki lisan mecazından da geçer amma aşkın nihaî hedefi her nevi dilin ifade imkânlarını zaten aşmaktadır. Onun içindir ki, bu bahse dair söyleyebileceğimiz söz, ezcümle şundan ibarettir:Esasen her nefis şuurlu veya şuursuz olarak bu marifete taliptir; zira insan rûhu tahsîl-i maârife mecburdur. Çünkü rûhun hilkati böyle. Ve bundan daha mühim bir beşerî faaliyet de tasavvur edilemez. Şu halde malum ola ki, dilin ifade imkânları sınırlı olduğu için, biz bunu tarih felsefesi diye adlandırıyoruz amma bu kadar büyük ve derin meseleler bu basit kelimelerin ifade gücünü aşıyor. Belki Zamanın Felsefesi demeli, yahut daha güzel bir ifade bulmalıyız
Bir sûfînin dediği gibi:
“Çünkü beşerî dil bu kadar yüksek
ve insan ölçülerini bu kadar aşan bir hakikati ifade edemez;
ne var ki kalbim bildi.”