(Lucretius’a Nazîre)
I
Ey sessiz denizlerin /
Koynunda yatan gerçek
Sedefte gizli inci-
Mercân’da donan çiçek
Ve bu sonsuz göklerin /
Ötesinden gelecek
O kuşlar ki gâibden
Bize müjdeler taşır.
Arı ki nektar arar
Ama dinle, bu sözde /
Ne zarif bir sihir var:
“Çiçeklerin renkleri
Muhteşem Süleyman’ın /
Muhteşem kaftanından
Daha güzel değil mi?”
Serçeler var, Serçeler
Ağaçta kıpır kıpır…
Yaprakta çiğ tanesi /
Ve kalbimde ümit var…
II
Ne yazık anlamadan
Göklerden gelen sesi
Asırlarca dinledik;
Heyhat! birşey duymadık.,
Boşuna geçip gitti
O Kuşların müjdesi,
Ama ben-
Gönlümdeki bu sesin
Nağmesine vurgunum
Ve bu gâib nağmenin
Âhengine tâbiyim:
Duyduğum halde yine
Terennüm edilmeyen
Müjdeler biliyorum.
III
Ve madde – Katı Madde
Avcumdaki havuzdan gönlüme akan bu su
Bazen de gökyüzünde sâkin sâkin gezinen
Kaygudan âzâd olmuş bulutlar görüyorum-
Bulut olsam diyorum!
Sûretsiz Heyulanın içindeki cevherin
Kalbinde eriyorum:
Gahi bulut / gahi su / gah doluya dönüşen
Kalbinde eriyorum
“Om mani padme hum, Om mani padme hum,
Om mani padme hum…”
(Sonsuzda eriyorum, ben ma’nâ içindeyim,
ben ma’nâya gark oldum)
Ve çünki Yunus der ki:
“Hiç kendi kendine kaynar mı kazan
Çevre yânın cümle od olmayınca?”
IV
Ve ey susayan insan
Altından ırmaklar akan
Tahtların üzerinden
Bal, Süt, Su ve Kevserden
Bir şarâb sunsam sana
Mest olup şarâbımdan
Şarkı söyle sen bana….
V
Bilirim bu nağmenin
Mümkün değil terennümü
Lâkin bu gökler, dağlar, denizler
Cümle kuşlar, arılar
Ve bilcümle mahlukaat
Hep bu nağmeyi söyler…
VI
Ey sessiz kalabalık
Ve ey körleşmiş insan
Ve sen ey sağır zaman!
Sen duyamaz, söyleyemez
ve çünkü göremezsin…
Ama ben biliyorum:
“El-Mukadder-Lâ yugayyer!”
(Ne ki takdir olundu, odur- asla değişmez!)
VII
Yine de duyuyorum
-aslını görmesem de-
Gölgesini gördüğüm
Yoldaki insanların
Sessiz adımlarını
Ve şimdi söylüyorum:
Âdemin Tarihini-
Ve işte duyuyorum:
Göklerin çağrısını
Geleceğin sesini…