HÜKÜM GECESİ (OMEGA MELANCOLIA )
I
Sus ey gönül, konuşma! Sus ey huysuz karanlık!
Ey huzursuz karanlık: Sabâh olmayan gece
Ve sabâhı bekleyen huzursuz, uykusuz rûh
Gece… bir karanlık rûh… karanlıktır rûhumuz
Karanlık rûh… çöl kadar ıssız, yalnız, susuz rûh!
Rûhum susuz bir çöldür ki dâimâ yanacak,
Gece, bu kara gece, sona ermeyen gece.
Gece hüküm gecesi: rûhum yargılanacak…
Sus ey huysuz karanlık! Ey gönül konuşma, sus!
II
“Susmak yeğdir!” desek bile/ağzımızdan kaçıyor söz
Düşer bu söz dilden dile… konuşmadan/konuşuruz
Bir gecenin götürdüğü, bir şafağın getirdiği
Ömrümüzün yitirdiği, geçen zamandır uykusuz
Bu gönül susuzluğu / bilmiyor sonsuzluğu
İçiyor da Bengi-Su, kanmıyor gönlüm susuz.
III
Bir altın şafağı beklerken gönül
Kararsız zamânın karanlığında
Kaderi terennüm ediyor bu dil
Kararsız zamânın karanlığında
Karanlığın kalbinde ne dost var ne akrabâ
Bir ben varım, bir Tanrı, bir de bu Mâlihulyâ
“Omega Malenkolia” karanlığın kalbinde…
Gördüm çıplak rûhumu bir çöl ıssızlığında,
Bir çöl ıssızlığında… rûhumun yüzü kara
Çırıl çıplaktı rûhum: ıssız yalnızlığında
Issız yalnızlığında… Omega Melankolia!
Karanlığın kalbinde
Kararsız zamanın karanlığında…
IV
Ben, cüretkâr ölümlü, korkak ruhlu, serseri
Bir ben varım, bir Allâh, bir de bu mâlihulyâ:
Gelir bir gaz lambası kara boşlukta gezer
Yüzüme lamba tutan bu vücutsuz el kimin?
Vücutsuz, kıllı bir el! Lambadan korkuyorum:
Cürüm, dehşet, nedâmet, çılgınlık sahneleri,
Bakmaya korkuyorum, görmek istemem, yeter!
Tâkatim yok Gerçeğe çıplak gözle bakmaya
Bakarsam aynalara/görürüm yüzüm kara
Bakamam yüzüne ne Tanrının, ne kendimin
Işıktan korkuyorum, lambadan korkuyorum
Ey Tanrım, korkuyorum! Aynadan korkuyorum,
Ellerimle rûhumun yüzünü örtüyorum…
V
Ey cüretkâr ölümlü! korkak ruhlu, serseri
Kimseden korkmasan da, korkuyorsun kendinden
Harcadın hiç uğruna bir ömr-ü derbederi
Ufuklara bakma sen, aynalara bakma sen!
Bakarsan aynalara görürsün yüzün kara
Ey korkup kaçan Kaabil! Kaçacaksın kendinden
“Kendinden mahrum kalan terkedemez kendini”…
Ne Tanrının yüzüne bakmaya tâkatin var
Ne de cesaretin var yüzleşmeye kendinle
Kara yüzlü rûhunla ve bu kirli kalbinle
Kapatıp perdeleri gizlen karanlığa sen!
Söndür titrek kandili! Uyu! Hattâ uyurken
Ört rûhunun yüzünü zavallı ellerinle!
Bir sonsuz merhamet var, uyku var her solukta…
VI
Unutmak var, gaflet var, uyku var her solukta…
Altın ve çelik rengi bir aydınlık ufukta
Ve kararsız zamânın karanlığından çıkan
Kara dağlar, mor dağlar, Altın ve Çelik ufuk
Göklerin Saltanatı altından ve çelikten
Sanki güneş doğmayacak sadece nûr olacak…
Kalk, ey sefîl muzdarib! Yıka kirli yüzünü!
Avcundaki havuzdan rûhuna akacak su
Yıkayacak rûhunu Tanyeri ağarırken
Ve yağmurlar yağacak, yıkayacak rûhunu,
Yıkar gönlünü yağmur: bu Gökyüzü şiiri
Şiir değil rahmet bu! Yıkayacak kalbimi
Yağmaz mısın gönlüme, ey Tanrının Rahmeti?
Ve ey Sonsuz Merhamet: ben affettim kendimi!
Şiir değil ağartan rûhumuzun yüzünü
Yıkıyorum rûhumun yüzünü öz elimle…
VII
Rûhumun susuzluğu
Bilmiyor sonsuzluğu
İçse bile Bengi-Su
Kanmıyor gönlüm susuz…
….
MÂLİHULYÂ (OMEGA MELANCOLIA II)
Şeyda Dîvânı’nda der ki:
“Mecnûnu benim, bu sihr-i şi’rin
efsûs! efsûn-i tûl-i arzû…”
“eyvah ne aklım ne karârım kaldı
hayfâ ki benim dilde bu zarım kaldı
mecnûn-i hayâlin ki gezer çöllerde
cânâ o hıyâbanda ne kârım kaldı?”
I
Ey mâlîhulyâ..
ey hüzn ü melal, ince hayâl, ince hilâl, ey
mecnûn-i hayâl…
şâir bakarak zâyiçe-î devr-i hilâle
kumlardaki izlerde remil açtı hayâle.
çöl kalbini açmış
hülya ve melâle
devrân-ı zevâle…
geçmiş: o hayât! çölde bu kervân izi kalmış
Mecnûn-i hayâli
ıssız çöle dalmış…
yalnız ölümün gölgesi, sessiz yüzü kalmış
yalnız… tek ü tenhâ…
yâdında ne Leylâ
kalmış, ne de dünyâ.
andıkça geçen günleri… heyhat! unutulmuş
günler için ağlar
ağlar gönül ammâ
bir hâb ü hayâle.
hülyâ ve melâl! işte bütün sırrı hayâlin!
gerçek gibi hülyâ
rûyâ gibi dünyâ
kan rengi hilâli.
endîşe, hüzün, vesvese… çarhın falına bak!
şâir biliyordun ya ne olmuş, ne olacak?
meftûn ola rûhun
devrân-ı hayâle.
mecnûn ise mecnûn
bilmez niçin ağlar
bir hüzn-i muhâle
yok çâre bu hâle.
mel’ûn kehânet! bunu nerden biliyorsun?
ey mâlîhulyâ…
ey ince hilâl! ufkuma nerden geliyorsun?
ey hüzn ü melâl, ince hayâl, ince hilâl ey…
mecnûn-i hayâl…
II
Yâdında mı Leylâ
ey mâlîhulyâ?
çün sihr-i hilâliyle esîr etdi hayâli
dil derd-i derûnünde bulur şi’rini gûyâ
eylerdi bu hülyâ ile mecnûnu tesellî
kalbinde bu çöl vardı ve şi’rinde bu hülyâ
söyler dil-i mecnûn bu şi’r-i melâli
“bilmezem dünyâ vü mâ-fîhâ nedir
lâ mıdır? illâ mıdır? Leylâ mıdır?”
yâdında mı Leylâ
ey mâlîhulyâ?
çün sihr-i hilâliyle esîr etdi hayâli
efsûs! geçen günleri kalbim unutursun
yâdında ne dünyâ
kalmış ne de Mecnûn…
III
Omega melankolia!
kaderi terennüm ediyor hilâl…
karanlığın kalbinde ne dost var ne akraba
Mecnûn ile Allâhı… kader ve malihulya…
kaderi terennüm ediyor bu dil
karanlığın kalbinde, kalbin ıssız çölünde
karanlık hülyaya dalan bu gönül
karanlığın kalbinde, kalbin ıssız çölünde,
göçebe kalbin çölünde ne dost var ne de Leylâ
bir Tanrı
ve bir Mecnûn
ve bir de malihulya
Omega Melankolia…
karanlığın kalbinde, kalbin ıssız çölünde
gördü çıplak ruhunu bir çöl ıssızlığında
bir çöl ıssızlığında… Omega Melankolia!
karanlığın kalbinde…
kaderi terennüm ediyor hilâl…
bir sihr-i hilâl sanki bu Mecnûne diyor ki:
bir nağme ki her dem değişir kalbi zamânın
bilmem ki ne bu güft ü güler?
madem ki gönül bu şi’ri söyler,
bu hüzn ü melâli
bir sihr-i helâl eyle, bu ıssız çöle söyle,
çün sihr-i hilâliyle esîr etdi hayâli,
bir tarz-ı kadîm üzre ve ilhâm ile söyle!
söyler dil-i mecnûn bugün şi’r-i melâli
efsûs! bütün günleri kalbim unutursun
yâdında kalır belki şiir kalb-i zamânın…
IV
Şiir söyle banâ kalbim tesellîn olsun olmaz mı?
devâ yok mû sanâ kalbim? gönül derdi onulmaz mı?
düşe kalka koşan kalbim, nice dağlar aşan kalbim
yine tenhâ düşen kalbim daralır mı? daralmaz mı?
şiir söyle banâ kalbim, ne çâre derdine kalbim
şiir söyler yine kalbim şiir bahrîne dalmaz mı?
bu şuursuz şuurdur söz; karanlık söz, sihirdir söz
kusursuz söz şiirdir söz, gönüldür, gönlüm almaz mı?
susuzdur gerçi çöldür bu, gönüldür bu, gönüldür bu
gönüldür, tâze güldür bu; sararmaz kalbi solmaz mı?
sussuz kaldıkça çöllerde yanar âteş gönüllerde
bu Leylâ âdı dillerde sorulur mu? sorulmaz mı?
şiirdir, özge rüyadır; hüzündür, mâlihulyâdır
bu vâveylâ-yi Leylâdır sadâsı yankı salmaz mı?
gönüller aldatan şarkı sadâsı doldurup ufku
varıp bir sâhile yankı leb-î deryâyı bulmaz mı?
gönül mazmûn-ü Leylâdır,
bu mazmun sanki Leylâdır, bu Mecnûn çünki şeydâdır/
gecem bir kâre sevdâdır/ şeb-i yeldâya kalmaz mı?
ne aklım ne karârım var, mezâr-ı kalb-i yârim var/
gönülde âh ü zarım var/ gözüm yaşlarla dolmaz mı?
gönüldür her ne vâr olsa gönülden taşra yâr olsa
şiir Leylâsını bulsa gönül Şeydâsı olmaz mı?
gönülden taşra yâr olsa
dil-i Şeydâsı olmaz mı?
gönülden taşra yâr olsa
beni Mecnûnu kılmaz mı?