Tarih Felsefesi Röportajı TGRT TV 2001

TGRT de  TARİH FELSEFESİ RÖPORTAJI 2001

Merhum Hamid Aytaç, Kemal Batanay, Nuri Osmaniye’nin baş müezzini Recep Berk  gibi zevattan, tezhip ve kûfide Süheyl Ünver Bey’den birçok klasik sanatçımızdan yani hususi dersler aldım. Kendimize göre hocalarımızın bize sarf ettiği emekleri ziyan etmemek için karınca kaderince verdiğimiz eserler de var tabi. Yani hat, musiki, tezhip, var basılmış ve basılmamış birçok eser. Tabi ben meslekten tarihçiyim ve İslam Tarihi alanında doktora yaptım. O basılmıştır Anadolu da İslam- Bizans Mücadelesi adlı. Emevi devrine dairdir. Daha sonra İslam’da Mülk ve Hilafet ile ilgili bir çalışmam daha var. İslamiyet ve Devlet münasebetlerini başından beri inceleyen tarih felsefesi açısından ele aldığım bir eserdir.

Daha çok tarih felsefesi ile meşgul oluyorum ama çok ciddi bir şey yapabildiğimi iddia etmeyeceğim. Yani bir takım makaleler kitaplar yazdıksa da asıl tarih felsefi eserimizi henüz yazamadık, yani olanlar biraz dağınık, makaleler biçiminde Tarih Felsefesi Meseleleri diye Ehil Yayın evinden çıktı. Felsefe ile metafizik ile ilgili bahislerimizi tarih felsefesinin arka planını teşkil etmesi açısından metafizik bahislerini ve epistemolojik bahislerini Varlığın Mana ve Mahzunu adlı bir kitapta ifade ettim.  

Eserlerimle iki defa ödül aldım. Varlığın Mana ve Mazmunu”na  ödül verdiler. Teveccüh göstermişler. Şiir olarak Şeyda Divanı var benim. Büyük Divan’ım var tamamen kadim tarzında ananevi aruz vezninde yazılmış şiirlerdir onlar. Tabi bizim muhitimizde Ziya Nur ve Süheyl Ünver gibi beyefendiler, o zamanki Osmanlıdan kalma üstatlar, yazmam için teşvik ediyorlardı ve ben de yazmaya gayret ediyordum. Netice de divan oluştu. Rahmeli Kayagil’de bu divan sebebi ile mütehassıs (uzman) olarak beni Türk Dili’ne almıştı Atatürk Üniversitesi’ne. Sonra Kırzıoğlu Tarih bölümüne geçmem için rica etti ve oraya geçtik bir yıl çalıştıktan sonra İslam tarihi doktorasını yaptım. Ama tabi daha çok tarih felsefesi ile uğraştım. Şeyda Divanı’ndan başka bir Ötüken Yayınlarından çıkan Mâlihulyâ adlı bir kitabımız var. İnsanın Yeryüzü Macerası adlı eserim var. Bir de İngilizce bir makalem var toplam da 10 kadar kitap neşrettim. 

Asıl uzmanlık sahanız Tarih iken neden Tarih Felsefesi alanında çalışmalar da yaptınız, Sizi bu alana ne yönlendirdi? 

Tarih bahsini de tarih Felsefesi bahsetmek bir hayli müşkül görünüyor. Fakat tarih; ezcümle insanlığın geçmiş asırlar, zamanlar boyunca başından geçen tecrübelerdir elbette. Ama bir de bunun yorumu, felsefî yorumu yapılabilirse şayet yani tarihe bir mana atfedilebilir. Tarih felsefesi bizde hiç yok değil yani, İslam kültüründe İslam medeniyetin de ibn-i Haldun vardı. Hala mümtaz mevkiini muhafaza eden çok büyük bir tarih filozofudur. 20. yüzyılda da tanınmış kimseler var. Batı dünyasında var. Ancak bu milletin tarihini felsefesini mukadderatını bugün içinde yaşadığımız şartları ve geleceğe dair mümkünse bir oryantasyon planı tespit etmek gibi büyük meseleler ihtiva eden bu tarih felsefesine hususi bir ehemmiyet vermek gerekliydi. Çünkü tarihi tek başına ele alırsanız yani geçmiş zamanlarda olan her şey tarihtir. Sadece siyasi hadiseler değil, bütün yazılı şeyler bir tarihi malzemedir. Tarihten bakiyedir. Fakat bu insanlığın tecrübesinin hâlihazırdaki günümüzdeki insanlık statükosunun anlamak ve gelecekteki politikaları tespit etmek, yani bir oryantosyon tespit etmek bakımından ehemmiyetini göze alarak, elbette kuru kuruya işte şu tarihte şu olmuş, falan tarihte şu olmuş gibi bir tarihi dökümüyle iktifa etmeyip biraz bu hadiseler niçin böyle olmuş yorumuyla birlikte izah edilebileceği, varsa tarihi bir anlam atfedeceği bir paterniniz, modeliniz bunu vurgulamak şeklinde bir diplin bu. Ehemmiyeti de aşikar. Çünkü aslında disiplin dedim ama bu disiplin tabiri yanlış, tarih felsefesi aslında bütün disiplinleri kapsayan, eskiden Eflatun(Platon) (MÖ. 428/427-424/423) çağında felsefenin iktifa ettiği hikmeti, bütün hikmet-i mevziden bir mevkide olmalı diye düşünmekteyim. Çünkü artık felsefe metafizik bahislerini dışlıyor. Çok yalınlaştı ve bilgi teorisine dönüştü neredeyse. Ama insanlığın da bir numaralı problemi bir takım ilmi malumatı sergilemek yahut bir takım malumatı öğrenmek değil, Tolstoy modernizm makalesinde, “yıldızların bize kaç milyon ışık yıl uzaklıkta olduğunu veya bakterilerin faaliyetlerini anlatmak yerine insanlığın evvela nasıl yaşamak gerektiğinden bahsedin”, demektedir. Tabi bunu yapabilmek yani; tarih felsefecisinin bir meşgalesi, bunu yapabilmesi için evvela geçmiş beşeri bir tecrübeyi yorumlaması gerekir. Onun bir muhasebesini yapmak lazım ondan sonra da halihazırdaki statükoyu ona göre bize bir anlayış imkanı verecek perspektif ve oryantasyon imkanı verecek şekilde istikamet tayini ederek mevkiimizi yeryüzünde belirlemek gerekir. Bu kadar müşkül bir meselenin hikmetin bütün dallarına sirayet etmesi ve her şeyi kapsaması nedeniyle bir uzmanlık veya disiplin alanı sayılması aslında pek mümkün görünmüyor. Maalesef, yine de insanoğlu cesurdur. Yaşadığı hayata bir mana verebilmek için tarihe bir mana vermek için nereden geldik, nereye gidiyoruz, ne yapmalıyız, nasıl yaşamalıyız, bugün ki halimiz nedir gibi büyük sualleri cevaplandırmak için gayret sarf etmiştir. Tarih Felsefecileri gelmiş geçmiştir. Tabi siz tarih felsefesi yapmak istiyorum gibi bir tavırla meşgul olursanız bu zımnen bütün bu tarih felsefelerinde bir takım eskimiş noktalar bulunduğunu veya bir takım yanlış anlamalar olduğunu ispatlar. Bence de hakikaten böyle yani; tarih felsefecileri olarak büyük insanlar yaşamış; Almanların çok büyük bir tarih geleneği var, İngilizlerin var kısaca Batılıların var. Bizim de var. Şarkın da var. İbn-i Haldun’dan beri bir tarih felsefesi ama bunlara yapılan tenkitler de var ulema tarafından. Bunlar zamana zaman tartışıyor ve haklarında yazılar yazmış. Bakıyorsunuz bu yapılan tenkitlerinde haklı cihetleri var. Binaleyh tüm bu tenkitleri nazar-i itibar olarak daha usturuplu tarzda veya bu tenkitleri göğüsleyecek tarzda bir tarih felsefesi yapma gayreti içinde oldum.

Şeyda adlı eserinizden bir beyit paylaşır mısınız bizimle ve siz son divan şairi misiniz?

Elbette;

Nihân ettim Kelâmım; gerçi ma’nâ âşikâr oldu
Söz oldu perde-î hüsnün: o perde vasf-i yâr oldu

Her ne kadar kelamımı gizledim ise de manası aşikâr oldu. Söz senin hüsnün sadece de perde oldu Fakat ne çare ki bu perde ile sevgiliyi tarif etmeye çalışıyoruz. Bir başka şekilde açıklayacak olursak bütün kelimler bir perdedir, neticede hakikati bizden gizleyebilir, fikirlerimizi de netice olarak kelimelerle ifade ediyoruz. Ama kelimeler semantik değerlerine yenildiği takdirde insan felsefesi açısından sadece bir semboldürler. Ve sembol olarak da tıpkı bir araziyi haritada tarif etmek gibi, fikirleri tarif ederler. Ama arazi tabiatı itibariyle haritadan çok daha fazla şeyi iktifa eder. Çünkü bir harita çok sadeleştirilerek gösterebilir, ne kadar ölçeğini büyütseniz de. Kelimeler de biraz öyledir. Lisanın bütünü içinde anlam kazanırlar. Tek başına değil de cümle içinde, yazının bütünü içinde hatta bir lisan filozofu der ki; bir kelime birazcık da olsa her kullanıldığında farklı anlama gelir. Aynı kelimeyi tamamen eşit şekilde aynı anlamada kullanamazsınız der. Bu yüzden aslında konuşurken bazen fazlaca kavramlara münakaşa etmeye temayül ederiz. Aslında biraz söz söyleyen muhatabımızın ne kastettiğini anlamaya çalışma gayreti içinde olmamız lazım. Birbirimizi anlama gayreti içinde olmayız. Hacı Bektaşi Veli derki; “Gönül ne fetva verirse dil onu söyler”. 

Tarih Felsefesi nedir, hakkında neler söylemek istersiniz?

Tarih felsefesi tarih yorumu zor bir bahis. Birçok insanın gayretleri var. Doğu da Batı da. Kimisi medeniyetler ve kültürler, bunların karakterleri üzerinde durarak yorumlamaya çalışmışlardır.  Bunlara dair geniş tenkitler de bulunmaktadır. Ancak ben farklı bir yoldan gitmek istedim. Kendi görüşlerimi arz etmek isterim başkalarını nakletmek yerine. İnsanlığın başlıca tarihi nirengini dört noktası ile ölçmek istedim. Çünkü insanlığın tarihinin büyük noktalarına işaret etmek suretiyle nereden gelip nereye gittiğimiz hakkında bir fikir versin isterim. Yani bunların herkesçe kabul ve karin olacağı makul şeyler olmasını istedim. Böyle medeniyet gibi kültür gibi tartışmalar çok elastiki oluyor. O yüzden biraz malumu ilan gibi ama insanoğlu şüphesiz medeniyet öncesi devri vardı. Medeniyet aşağı yukarı 10 bin yıllık bir hadisedir. Ziraatın veya hayvan veya bitki ehlieştirilmesi suretiyle tabiata müdahalenin mümkün olduğu süreden başlattım ben bunu. Ezcümle 5-6 bin yıl öncesi kadarına da indirmek mümkün başka mülahazalarda bana göre medeniyet, kısaca söylemek gerekirse, tabiattaki üreme proseslerini(süreçlerini) kontrol etmek suretiyle yani bitkinin tabiatta doğal olarak ortaya çıkması yerine müdahale edilerek yetişmesi, ehlileştirilerek, mükemmelleştirilerek yetiştirilmesi veya hayvanın aynı şekilde yetiştirilmesi suretiyle günlük yiyeceğin ötesinde yıllık hatta bir yıllık veya daha geniş zaman için üretim süreci başlamıştır. Öyle olmasaydı. İş bölümü mümkün olmayacaktı. Herkes kendi yiyeceğinin peşinde koşacaktı. Nitekim bugün Afrika’nın pigmileri her gün ava çıkmak zorundadır. Ancak bir günlük karnını doyuracak kadar yiyeceğini elde edebilir. Ama hayvan ehlileştirdiğiniz zaman veya bitki ehlileştirdiğiniz zaman iş farklı. Binaley medeniyetin başlaması büyük çapta sosyal organizasyonların başlaması büyük toplulukların birlikte iş görmesi iş bölümü gibi imkânlarını getirmesi sebebiyle böyle tabiattaki üreme prosesleri ile başlamıştır. Bunların kontrol edilmesi ile başlamıştır. Bu çok büyük bir değişme getirmiştir. İnsanlığı medeni yapan iptidai tabirini kullanmak caiz mi bilmiyorum henüz bir medeniyet safhasına gelmemiş bugün hala yeryüzünde mevcut bulunan Afrika’da Avusturya’da kutuplarda mevcut bulunan toplayıcı avcu kavimler yerine ziraat yapan veya hayvan ehlîleştiren kavimler sayesinde medeniyet başlamıştır. Bu insanlığın medeni oluşunda atılan çok büyük bir adımdır. Belki hala o çapta büyük bir adım atılmadı. Ama bundan sonra da yine tarihte çok büyük değişmeleri getiren çok fazla hadiseler olmuştur. Bu nedenle farklı tasnifler de yapmak mümkün ancak ben en mühimlerine veya herkesçe kabul edilebilir alanlarına işaret etmek istedim. Bu tip tartışmalardan veya spekülasyonlardan kaçınmak için bu çapta büyük bir hadise de sanayi inkılabı olmuştur. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiştir. Yani Bu batı da sömürgecilik faaliyetlerinin başlaması, deniz keşiflerinin başlaması ve bu sayede ilmin ve teknolojinin elde ettiği gelişmeler ile birlikte ucuz hammadde ucuz iş gücü gibi birçok faktöre bağlı bir değişme batı da sömürgeciliğin ortada çıkarttı. Ancak bizim gibi ziraat veya hayvan ehlileştirmek suretiyle bir medeniyet kurmuş cemiyetlerden daha silahları bakımından gelişmişlik bakımından daha ön safaya getirdi. Netice olarak bir sanayi cemiyeti ile ziraat cemiyeti mücadele ederse imkânları farklı olduğu için mağlup olmak mukadderdi. Biz de mağlup olduk. Bu Fransız ihtilali sanayi devriminin getirdiği burjuva ihtilalidir o. Laik parlamenter sınırlar içinde bir sanayi toplumu milli sınırlar içinde bir ekonomi fikirleri Fransız ihtilali ile oluşmuştur. Batılılar bunu bütün dünyaya da yaydı. Bizde de bunun hem imparatorluğuzu parçalayan  etkileri oldu milliyetçilik ile hem de tabiatı itibariyle bizden çok güçlü silahlara sahip olmaları sebebiyle mukadder mağlubiyetler getirdi. Bizde bira batıya özenmek gibi Tanzimat ile beraber belki daha evvelinden başlayan tanzimatla kesinleşen cumhuriyetle de son noktayı koyduğumuz gayretlerimize batılılaşma veyahut modernleşme gayretlermize sebp oldu. ErolGüngör’ün tercüme ettiği 20 yüzyılın manası kitabında bugün yaşadığımız hadiselerin global çapta sermayenin dünyayı dönüştürmesi artık eski sanayi devri kapitalizmi ötesinde bir takım imkanların dünyayı dönüştürmesi sebebiyle medeniyetinde bugüne kadar ortaya koyduğu müesseselerin yetersiz kalmasına neden olarak medeniyet ötesi bir çağ teşkil etmiştir. Bunu benimsemekle birlikte bunun tartışılabilir olduğunu düşünüyorum. Bir zamanlar medeniyetin başladığı ve onun insan hayatını farklılaştığını tartışmasız kabul edebilir. Muhtelif görüş olabilir elbette. Mesela Spengler der ki; “Her kültür dindardır. Kültürün temelinde daima din vardır. Medeniyet ise kültürün ölümüdür”, demektedir. Çünkü o, medeniyet kozmopolitleşmeyi getirir, medeniyet şehir hayatını getirir, şehirler dinsizdir nispeten demektedir. Yeni bu fikirler abartılı fikirlerdir ama içlerinde büyük hakikatler gizlerler. Bizim kültürümüzün de temelinde evvela din vardır. Bana göre bütün kültürlerin temelinde din olmak zorundadır. Bir vizyon yoksa geniş anlamda vizyonu din olarak kabul ederim be isterse adı ideoloji olsun. Bir vizyon yoksa oradan bir kültür çıkmaz. Kültürün oluşabilmesi için evvel bir dünya görüşünüz bir vizyonunuz, dünyayı anlamlandıran bir dininiz olacak ondan sonra kültür oluşur. Kültür zamanla gelişir. Büyük metropollerde kozmopilitleşir sahavete veya dejenere olur başka şeye dönüşebilir. Medeniyet derken bu menfi anlamlarını kastediyor Spengler. Bu da bir vakadır. Tabi kültür ve medeniyet kavramlarının tartışması çok su götürür. Bu nedenle ben böyle bir yol izledi. Elbette medeniyetin eskidiği kurumların eskidiği bir çağdan bahsediyoruz. Bu işin spekülatif tarafı ama bu her gün yaşadığımız bir hal. Bugün dünya çok suni bir vasatta yaşıyor. 

Bir İngilizce makalemde Hegel’den aldığım bir alienasyon fikrinden mülhem olarak bütün dünya tarihinin gittikçe artan bir alienasyon prosesi (… süreci) yabancılaşma prosesi olarak telakki edilebileceğini söylemiştim. Bu açıdan giderek eski devirlerle kıyaslandığından daha fazla sunileşen daha fazla topraktan hayattan tabiattan uzaklaşan daha fazla yabancılaşma seviyesinin arttığı bir hayat tarzı yaşıyoruz. Bugün öyle bir noktaya geldik ki eski devirlere baktığımız zaman o devirlerin savaşlarını dahi arayacak hale geldik. Artık terörizm var savaş yok. Savaş adına yapılan şeyler de devlet adına yapılan terörizm mahiyetinde. Bu durum çok üzülmemizi ve üzerinde ibretle düşünmemizi gerektiren bir hadise yani bugün ki vasatlık o kadar sunidir ki bunun bu güne kadar kurduğumuz geliştirdiğimiz fikirlerin medeniyetin temel fikirlerinin yetersizliği ile alakalı problemlerden doğduğunu söylemek mevkiindeyim. Yani eğer dünya insanlığın bugün yaşamakta olduğu hadiseler tüm bu gelişmeler evvela medeniyet onun kurduğu müesseseler arkasından sanayi toplumunun gelip bunları deforme edip başka bir şeye dönüştürmesi arkasından global çağının ekonomisinin gelmesi, global bir köye dönüşmesi dünyanın bütün dünyada hissedilen problemlerin şeklinde herhangi bir ferdi vakanın bütün dünyada hissedilmesi, ammelerin kaotik bir şekilde hissedilmesi. Böyle bir çağa gelmemiz dünyayı eski devirlere kıyasla çok daha bir anormal çağa dönüştürmüştür. Çok daha zor. Zaten kültür suni bir vasattır. Kültürsüz insan adeta hayvana yakın bir yaratıktır. Ama kültüründe insan tarafından yaratılmış suni bir düzen olduğunu kabul etmek mevkiindeyiz. Fakat bunun arkasında din olduğu vakit saygı duyuyorum fakat bu medeniyete dönüştüğü vakit; medeniyete çok fazla tasalluğ ile çok fazla yabancılaşma ile iyi bir hayat tarzına dönüştüğü takdirde o zaman bunun mahzurları da yanı sıra geliyor. Mesela bugün ki vaziyeti şöyle hülasa edebiliriz.  Ben bugün sanatla da teori ile de uğraşan bir adamım gerek felsefe gerek ilim olarak teori diyorum bunların ikisine de ciddi sanat ciddi teorik faaliyetler ciddi düşünce ister. İster bilim tanzimde olsun genellemeler ister felsefe tanzimde olsun kitlelere hitap etme imkânından mahrumum. Bu nedenle günümüzde ne var popüler kültür var. Popüler kültürün araçları belli işte medya. Medya tabiatıyla halka popüler kültürü vaaz etme durumunda çünkü halk onu çekecektir ve kitleler ancak ona muhatap olabilir. Kitleler çok yüksek seviyeli sanattan veya teoriden bir şey anlayamazlar. Elbette dereceleri var. Bunların zamanla yükselebilmesi. Yüksek sanat yüksek felsefe, ilim seviyesine gelebilmesi temenni olur. Ancak medya hayali şöhretlerin yani halkın popüler kültürüne, sığ anlayışına hitap eden şeyleri meşhur ve zengin etmek istikametleri çalıştığı için ahali de ona rağbet eder olur. Sonuçta entelektüel kültür tartışmaları bile popüler kültürün mügalat alanı basit demagojik tartışmaların çerçevesinde dönmeye mahkûm eder. İnsanın hayatını biraz daha sığlaştırır. Bugün dünyada da böyle Türkiye ye de böyle yani geçen gün geçti efendim ki ideolojiler de eskidi. Şimdi bizim münevverimiz popüler kültürün seviyesinin üstüne pek de fazla çıkmadığı için hala Marksizm eski diyoruz, Rusya yıkıldı. Peki, bunun alternatifi acaba maksizmden çok daha eski olan çok daha fazla pörsümüş olan kapitalizm veya liberal teori midir? Çözüm olarak başka bir fikir duymadım ben münevverlerden dinlerken. Yani bazı şeyler var ki; eski ideolojiler eskidi. Yeni şeyler söylemek lazım. Mevlana’nın dediği gibi. Ancak onu söylemek için de tarihe yeni bir anlam verebilmek lazım. Onun sadece vakaların tasvirinden çıkarıp yorumuyla birlikte sebepleriyle birlikte tahlil edebilmek lazım. Yani bizim insanı vaziyetimiz içinde yaşadığımız kültürel vasat son derece suni. Böyle baktığınız vakit bir oryantosyon imkânı çıkar. Bunun hem tartışmaya fazla açık olmamakla beraber hem de insana bir istikamet tayin etmek gibi bir avantajı var diye böyle bir yol tercih ettim. Medeniyet tartışması kültür tartışması yerine Misal vermek gerekirse; bugün biz sanayileşmesini kısa bir zamanda az çok neredeyse yarı yarıya tamamlamış bir cemiyet olmak zorundayız.  Ve eğer batıdaki gelişmeyi hakikaten onların vardığı noktayı takip edip gerçekleştirebilirsek bunu teknoloji de ilim de hayat tarzında o zaman bugün teknolojisi çok farklılaşmış hatta süper teknoloji ülkeleri haline gelmiş olan Amerika gibi ülkelere benzeyeceğiz. Bir ölçü de benzedik de. Benzerlik orada yaşanan sosyal vakaların ülkemizde de yaşanması. Yani kültürlerin insanların sosyal karakterlerine dahi tesir eden o sosyal karakteri dahi biçimlendiren hususiyetler olduğu gibi yaşanılan hayatın da kültürü etkilemesi çağdan çağa değiştirmesi gibi bir vaka vardır. Yani ben baktığım vakit. Peki Türkiye’nin geleceğinde bugünkü Avrupa’ya veya Amerika’ya benzemek varsa şayet ve böyle bir gelişme sürecinden geçiyorsak acaba bu gerçekten arzu edilen bir şey midir bu?  Bunu da iyi tahlil etmek lazım gelir. derim yania

 

 

 

 

 

 

Scroll to Top