IV. Bilim Felsefesi Seminerleri, 8. ve 9.celse: Future-PROJECTION & VISION

.

Bilim Felsefesi Seminerleri, 8. ve 9. Haftalar

  1. HAFTA KISIM 1

Sigara örneğinden başlayalım bak şimdi detaylarda gizlidir diyor çünkü şeytan, şeytan detaylarda gizlidir. Biz hep detayları ihmal ettik konuşmalar boyunca mecburiyetten ama bir detay misali vererek şimdi mesela şöyle tutuyorum sigarayı diyelim her kes böyle işaret parmağı arasında tutuyor da ben böyle (serçe ve yüzük parmağı arasında) tutuyorum keyfim bu ya. bu misal Tolstoy’un .. dan doktor diyor ameliyattan çıktı diyor sigarayı da elinde şöyle tutuyordu diyor. Bak şimdi ya bir roman yazıyorsun tabi hayatı tasvir edeceksin doktorun sigarayı nasıl tutuğunun ne önemi var. Sigarayı işte şöyle tutuyor——. Şimdi bu misalle ben niye başladım çünkü şeytan hakikaten detaylarda gizli sen bir ormana tepeden bakıyorsan bütününü görürsün ama ormanın içindeyken ormanın bütünü göremezsin fakat detayları için de kaybolursun ama detayları da detaylı bir şekilde net bir şekilde görürsün yan. Ormanda bir yeşillik görürsün tepeden bakınca anladın mı ağacın dalı budağı. Biliyorsun benim bir şeyhim var — efendiden deyimin de dalını kolunu budadılar. Hadi biraz detay daha vereyim. Senle gittik — efendiye şimdi orada bizim şeyhin yanında ki türbede Hz. Hüseyin’in mehteranından iki tanesi yatıyor diye Sultan Mahmut rüyasında görmüş efendim şimdi artık tarih felsefesi bölümüne geldik ya ondan sonra öbürü oraya bir teberrüken bir yazı yazdırmış üstüne işte bir kaside tel örgü bir şey çevirmiş o mezarın etrafına, bir de yanına bizim şeyh zaten kuru bir ağaç 1200 yıl olduğu rivayet edilen Hz. Hüseyin’in kızlarının zamanından kaldığı rivayet edilen Mes– onun üstüne bir şair bir kaside de yazmış. o kasidenin bir iki beytini yazmışlar. Daima Huda’ya kıyamda duruyor, dua ediyor diyerekten. şimdi ahali onun çevresine ağaç olduğu için gene ağaçtan bir türbe yapmış. Osmanlı tarihinin en orijinal türbelerinden biri aslında. çünkü ağaçtan bir kere, öbür türbeler gibi taş değil. Yani sıradan ağaçtan basit, yalın bir türbe yapmışlar. basitliği ve yalınlığı içinde kendine has bir güzelliği var. Ağaçta güzeldi mavi istersen bunun resimlerini de gösteririm. Çünkü vaktiyle ben oğlum Selçuk geldiğinde hadi dedik gidelim seninle işte Ahmet, Selçuk ben o şeyin gölgesinde bir resim çektirdik bizim kurumuş selvinin gölgesinde o zaman henüz dalları kesilmemişti. Şimdi basit bir örnek gibi görünüyor ama bak neler çıkaracağım detaylardan, şimdi bir kere sonradan ne yaptılar basit pratik ihtiyaçları yüzünden orada dalı dökülüyor, devrilir şu olur bu olur ne hangi mülahaza edersen, bizim mahallede de kesti ya ahmağın bir bir ağacı öyle dalları dökülüyor da yaprakları falan şey yapıyor ağacı kökünden kesti. Bunlar da orada türbe olduğu için ağacın dallarını budamışlar akıllarınca daha güzel görünüyor yahut temizlik mi her ne hal ise. Şimdi bir zaman orada iki tane mezar var başında bir selvi ağacı, tabi asırlar geçince büyüyor. Sonra Sultan Mahmut Efendi işte yani oraya bir şey yaptırıyor, türbenin etrafına — çeviriyor. Biz bunu o yazıları beraber okuduk hatırladığıma göre, bir şiir metni. Yazı çok güzel hatırladığıma göre YesaniZadenin ya da önemli büyük tarih yazarlarından birinin yazısı. Şimdi tabi ben talik yazı meşk etmiş olduğum için Kemal Beyden falan yazının güzelliğini, orantısını bilmem nesini her şeyini bakar bakmaz fark ediyorum ama başkası baksa eski zamandan kalma bir şey olarak bakacak, okuyabilse bile yani yazının özellikleri hakkında bir kanaat sahibi olması mümkün değil hattat değil adam çünkü. Şimdi o çemberlere bakıyorsun bunlar bildiğin batı taklidi son derece çirkin, zevksiz şeyler. Bir taraftan yazının güzelliği hoşuma gidiyor bir taraftan da o Sultan Mahmut’un batı taklitçiliği böyle eski şeyleri gitmiş artık tabi onun üzerinde Osmanlı mimarisi tamamen bitmişti. Oraya düzgün bir türbe yaptırmak yerine böyle bir tel örgüyü çektirip, yazı çok muhteşem ama kardeşim bu tel örgü ne kepazelik, ne zevksizlik evet böyle şeyler batı üslubu tamam ama bu taklit üstelik kötü bir taklit. Batıda da böyle şeyler belki vardır fakat çok daha kaliteli kendi kültürünü aksettiren daha güzel şeyler. Belki güzel olduğunu farz etsek bile batı sanatı açısından bakınca ya niye yabancı bir şey. Bu yabancılaşmanın başlaması.daha doğrusu çok eskiden başlamışta elbette yabancılaşma zaten kainatın başlamasıyla başlar ve — ama yani bu sultan Mahmut’un batı özentisi bir hükümdar olarak ya da hadi bu Sultan Mahmut burada ne dereceye kadar suçlanabilir o devirde bütün cemiyetler — neyse unutulmuş o eski mimari. Oraya batı tarzı bir demirden, tel örgüden bir kafes yapmışlar. o kafesin biçimi çirkin çünkü ben mimariyle uğraştım. Hangisi batı tarzı hangisi Türk tarzı, hangisi Eski Osmanlı tarzı bilirim yani hemen anında hangi devire ait olduğu üstünde yazmasa bile üslubundan tanırım. Bu da kötü bir batı örneği tabi ki niye öyle o beni rahatsız eder başkasını etmez. o yazı ne kadar güzelse tel örgüde o kadar güzelmiş gibi gelir adama, başka bir tarihçi olsun. Çünkü öyle bir şey yok yani mimariyle ilgili bir hususiyeti yok onun üslup özellikleri bilmem ne. Ondan dolayı huylanma falan. Hatta bir tarihte dolma bahçeyi geziyordum yani bu kadar tantanalı, bu kadar israflı debdebeli bir şey yapıyorsun üstelik bu kadar çirkin bir şey yapıyorsun. Çok kötü bir batı taklidi. ya olur mu hocam falan dedi bizim Fethi abinin oğlu Selman– orada müdür. işte eski tarihimiz bilmem ne. Ona göre Süleymaniye Dolmabahçe Sarayı aynı ikisi de Osmanlı yadigarı, mimari özellikleri, aradaki farkları belki elbette çok fark ediliyor, onun için fark ediyor olsa bile çok anlamadığı için rahatsız edici bir tarafı da yok Dolmabahçe’nin batı üslubu olmasında veya o tel örgünün batı üslubu olmasında rahatsız edici hiç bir şey yok normal insan için. Benim farklılığımdan kaynaklanıyor yani o mimariyle uğraşmış olmaktan, hatla uğraşmaktan. ee peki geliyoruz bizim bu ağacın dallarını neden kestiniz? Şimdi eski Müslüman tutuyor sıradan ahali padişahın yaptığı böyle bir görgüsüzlük var ama sıradan ahali madem bu ağaçtır bunun çerçevesi de yani yani etrafını da çevirirken böyle fazladan bir çevirmişler etrafını pencere falanda koymuşlar beyit falan yazmışlar neyse. Burada tahta olması böyle basit bir şey yapmış gönlünden geldiği gibi, yapabildiği gibi, işte o samimi Müslümanlık şimdi bakıyorsun ki zamanımızda pratik endişelere terk etmiş yerini, dünyevi. Bu ağacın dalları oradan düşecekte, yeri kirletecekte mermer zemini efendim işte oradan dökülecek çürük çarık böyle dökülmesin budayalım demişler. Dalını kolunu budamışlar, Müslümanlığı da böyle budayıp pratik ihtiyaçlara indirgedikleri gibi zamanımızın Müslümanları, iktidar savaşından ibaret, — kelleyi kesmekte dâhil her şey caizdir diyorlar biliyorsunuz. Yani tamamen dünyevi ve pratik ihtiyaçların gölgesinde kalmış hiçbir estetik duygusu yok. Onun için pratik olarak o daha güzel. Belki şimdi ki vatandaş baktığı vakit bu budanmış hali eski halinden daha güzel diyebilir. Yani iki remi çıkarıp mukayese etsek kim hangisini tercih edecek belli değil anlatabildim mi? hâlbuki biliyorsun ben daha evvelde bahsettim bu Şteinbeck işte ben onun yazıları, romanları sevince bütün Türkçeye çevrilen romanlarını okumuştum. Orada bir adam biyolog meslekte bir tane romanı vardı Bilinmeyen Bir Tanrı’ya, bahçesinde adamın bir ağaç var çıkıyor — artık inanmıyor biliyorduk ama o ağaca gösterişli muhteşem bir ağaç var orada, o da dua ediyor falan bilinmeyen bir tanrıyadır romanı varlık yayınlarından çıkmıştı, küçük bir kitap yani onun kitapları sevimlidir fareler ve İnsanlar falan küçük küçük bir sürü kitab
ını okudum. neyse bunu da okumuştum oradan aklımda kalmış şimdi biz hatta bir seferin de — birine işte benim şeyhim budur diye göstermiştim de yani. bizim kurumuş selvi ağacını. Yani o da hakkın tezahürlerinden biri kardeşim hatta putlardan bile Tanrıya giden bir yol bulursunuz diyordu hatırladığıma göre Muhyiddin Arabi çok yanlış hatırlamıyorsam. Şimdi gelelim sadede mademki böldük ucundan artık detaylarda daha fazla boğulmayalım. Bu ağaç örneğini niye verdim. Şimdi tarihi hadiselerin gelişmesini insanlık tarihini bir nehrin akışına benzetebilirsiniz.
Numan Hoca; ayrıntılarla ilgili söylemiştiniz hocam
Şahin Hoca; işte detaylarda gizlidir şeytan demiştik ya o yüzden detaylara biraz işaret ettik. Sigara detayından başlıyorsun orada bir — hadise anlatıyor 500 bin kişi çarpışıyor. Haddi hududu olmayan bir insan seli Napolyon’un orduları Hristiyan ordular, harp zamanı var o zamanı var. Hadsiz hudutsuz teferruatın içinde adam en ufak detayı anlatıyor. niye anlatıyor çünkü Tolstoy Maxim Gorki’nin Tolstoy dan anılarda yazdığı bir şeydi bu, gözünden hiç bir detay kaçmazdı, onun görmediği hiçbir şey yoktu baktığı vakit diyordu. Romanlarında da öyle bir intiba verir. Gerçi ben geçen gün s– 1914 ‘ünü mukayese ederken o zaman ben Tolstoy’dan diriliş ve Kroyçer Sonat okumuştum ve de nasıl mukayese ettim 1914 le dedim ama hadi onu da tasniye edeyim geçen ki sohbetimizi. Tamam, ama ben babamla beraber çocukluğumda Harp ve Sulh’un Rus versiyonunu seyrettim yani. O filmden hareketle romanın kalitesi hakkında bir fikir edindiğim gibi soljenitsinden de bir şey okumamakla beraber. Onun da İvan denisoviçin hayatında Bir Gün romanının filme çekilmiş halini seyrettim. Neyse o 1914’ü de karıştırmıştım. Önemsiz bir detay. Detaylardan girdik bu ağaç misalini verdim niye verdim şimdi bakın orada bir ağaç var 1200 yıllık olduğu rivayet ediliyor. Ağaç bir kökün üstünde biter, gövdesi vardır, yaprağı vardır, dalı vardır falan. Çeşit çeşit dal budak sarar değil mi? hatta Kur’an-ı Kerim’de ayettir “—–” güzel kelime güzel bir ağaca benzer kökleri yeryüzünde, gökyüzünde dal budak sarar” diye güzel bir sözü bir ağacın dallanmasına benzetiyor. Ben Doktora tezimin önsözünde de şöyle bir şey söylemiştim hadiseler nehrinin kaynağına doğru takip ederek bir ma hadiseler nehrinin membaına varmayı ümit edebilirsin, nerden çıktı kaynağı, — ne falan diye nasıl başladı. Bugünden bakıyorsunuz çünkü geçmişe ama yani bir nehri besleyen bir sürü kol vardır, yan yollar vardır yani. şimdi burada bakıyorsun işte orada bir tarih hadisesini tasvir etmeye kalkıştığın vakit adam mollanın tarzında tasvir etmeye çalıştığı vakit işte orada k.. var burada Bonapartlar burada bilmem prensler orada pier var işte nataşalar her bir hadise, harp halinde her biri bir yerden hareket ediyor. Mesela şimdi aklıma geldi Bargatyon’du galiba o komutanın adı veya Prens Andrey bir komik tip var ismini hatırlayamayacağım topçu çavuşu çokta ürkek, utangaç bir şey harp esnasında geri çekilin emri verildiği halde bu ya işitmiyor ya yanlış anlıyor aşırı derece de topçu ateşine devam ediyor, direniyor bir sürü arkadaşlar ölüyor yanında falan filan. çok gariban çok sıradan çokta utangaç bir asker, önemsiz bir figür yani fakat onun o direnişi sayesinde Napolyon’un ordularının Kutuzoıvun ordularına daha fazla tahribat vermesi önlenmiş oluyor hikaye böyle yani. o topçu bataryası direniyor. 3-5 tane nefer ateşe devam ediyorlar, bu yüzden öbürleri daha hızlı baskın veremiyor onun topçu ateşinden etkilenerek. Dolayısıyla aslında büyük bir kahramanlık yapmış oluyor. Orduyu da bu açıdan kurtarmış oluyor küçük asker. şimdi bunu alıyor getiriyorlar K.. taktim ediyorlar, adamcağız korkuyor şimdi ben ne yaptım da beni çağırıyor bu General falan diye. Sonra işte aferin maferin diyorlar gönderiyorlar. Bu detayı niye veriyor adam tarihte büyük adamların rolü kadar, küçük ve önemsiz adamlarında rolü var. Her birinin kendi hissesi var yani olayların akışında. Bu sadece sizin önemli saydığınız hadiseler ya da falan kumandanın şunu yaptı, filan asker şu emri verdi şu oldu falan öyle değil hadise küçücük bir er in küçücük bir direnişi hadisenin akışını baştan aşağı değiştirebiliyor Napolyon ve — rağmen demeye getiriyor Tolstoy tabi orada fevkalade bir eser olduğu için üzerinde ayrıca konuşmayı gerektirir. Onun teferruatına daha fazla dalmayalım. Yani şeytan detaylarda gizlidir derken ben bu söze efendim misale de şundan girdim bakın orada bir ağaç var, tohum büyüyor filizleniyor, büyüyor dallanıyor. Bir de bir ırmak gibi tasavvur edin hadiseleri çünkü hadiseler şu anda ben konuşuyorum, şu an demek ne kadar mümkün tartışmalı tabi de o ayrı mesele şu anda ben konuşuyorum, şu anda Tayyip efendi sarayında bir takım istişareler yapmakla mümkün, ya da bir yerde açılışta veya Abdullah Gül evinde istirahatte veya Barack Obama bilmem ne yapıyor işte Mesut Barzani bilmem ne yapıyor. senkronik olarak sonsuz sayıda olay cereyan ediyor dünya da ama bir olay anlatacağız, hikaye edeceğiz yani bu hadiselerin senkronik tasviri zaten mümkün değil ve hadiselerde birbiriyle alakasız görülecek. Yani şimdi ben burada konuşuyorum o esnada Yücel yolda geliyordu — çaldı girdi aynı anda, öbür adam sarayında bilmem neyle meşgul, beriki adam beyaz sarayda müzakereyle meşgul. senkronik olarak şu anda 7 milyar insan var 7 milyar insani hadise cereyan ediyor. dışarda bir hasta var bekliyor işte bir imza için, öbürü bilmem ne falan iyi ama sen bunların hepsini birden senkronik olarak anlatmaya kalksan zaten başaramazsın da, anlamsız, birbiriyle bağlantısız şeyler. yani şimdi benim burada konuşmamla Obama’nın yaptığı toplantının ne alakası var. Hadi diyelim ki — verdik Şahin Uçar 14:39’da çayından bir yudum aldı.
Numan Hoca; çok önemli bir hadise bütün dünya değişti.
Şahin Uçar; hareketsiz izliyor var ya bazen de bunu da mübalağa eder fizikçiler hayal alemleri çok geniştir dediğim gibi. Şahin Uçar’ın çayından bir yudum alması ve neşelenmesi önemli bir şeydir yani.

  1. HAFTA KSIM 2

Bu ortamda rahat rahat konuşması değil mi Yücel baba. Şimdi iyi de öbür adam bu da bunu yaptı bu da bunu yaptı. peki bunları yan yana getirirsek bir kaos manzarasıyla karşılaşırız. Peki tarih bir kaos mudur? bir tarih felsefesi de imkansız hale getirir şayet kaossa, senkronik olarak bütün hadiseler birbirine– ama sen bir anlatım ortaya koymak zorundasın Tolstoy’un Harp ve Sulh ünde olduğu gibi şimdi buna şey derler, Romen sanatında Olay örgüsü diyorlar Türkçede plot yazılır. Benimde telaffuzum berbat olmasa zaten İngilizce konuşmayı tercih edecektim kendi telaffuzumdan utandığım için Türkçe konuşmak zorunda kalıyorum neyse çok fazla selfconsciousness var bende.
Yücel Hoca; bence Türkçe şekliyle daha güzel
Şahin hoca; neyse hâsılı kelam bu olay örgüsü mesela Tolstoy harp ve sulh ünde bir olay örgüsü var mı kardeşim. Yani harp ve sulh de ne anlatıyor bir oradan bir buradan bir Napolyon bir nataşa bir bilmem bir oraya bir oraya bir sürü hadise. Şimdi eğer şey bir talebeye özetlemek için o romanın outline ben — bunun bütününü görsün çocuk ne olmuş ne bitmiş diye orada bir olay örgüsü varmış gibi görünür hatta orda bile yoktur. Harp ve sulh o kadar garip bir romandı ki kader ağlarını ördü. Şimdi bu misali ben böyle basit avamı dille anlatıyorum ama benim her sözümün kara kaplı kitapta yeri vardır. Bak bu sözümün yerini de söyleyeyim. Kronik Tarih Felsefesi Denemeleri kitabında der ki ha işte bu misali verir. Yani bir hadisenin olay örgüsü falan diye şeylerin eline verdikleri gibi Entrika diyorlar bir de olay örgüsü diyorlar bunun outline ni verdiğin vakit bir talebenin eline belki al bu romanın ana hatları buymuş diye onun kılavuzunda okursa belki detaylarda kaybolmaz bir faydası olabilir falan diye düşünüyor. ee tarihçilerde şimdi kendi kafalarından tarihte şu olay önemlidir bunu anlatalım, işte tarih filozoflarına gelince onlar zaten tarihin bir planı var mı? Bir olay örgüsü var mı? Kendine göre bir kader ağlarını örüyor mu? şimdi Kolinkvud sorarsan tarih münferit hadiselerin irticalen gerçekleştiği bir dramadır. Yani münferitte cüzi hakkında da hatta ayrım yapıyor külli bilgi var ya veyahut universal particuler hikayesi. bu tarihi hadiseleri aslında münferit hadiseler içinde bir miktarda külli barındırır cüzidir amma yani o yüzden işte Kolinkvud da biraz mübalağacıdır üstadımız, zaten eski tarih filozoflarının hepsini kalitesiz sadece kendimi kaliteli saydığım için ben bu tenkitlerime aldırış etmeyin. Büyük adamlar tabi ama biraz mübalağa ediyor. Mesela eflatunla Aristo arasındaki şeyleri tartışırken. bu külli cüzi meselesinde diyor ki valla ilimle tarih hiçte farklı değildir. yani ilim genel şeyleri inceliyor falan filan işte mesela diyor ki bizim şimdi felsefe dediğimiz şeye Aristo’nun dilinde felsefe, ilim demekti. Aristo’nun felsefe dediği ise metafizik idi. yani ilk felsefe hatta felsefe-i ula eski dilde şimdi ilk felsefe deyince bana o kadar yabancı geliyor ki modern dilde anlamadığım gibi anlatamadım zannediyorum. Neyse felsefe-i ula yani mebdesi. Metafiziktir, ona hikmet der bugün felsefe dediğimiz şeye efendim bugün ilim dediğimiz şeye de Aristo’nun dilinde o felsefedir zaten. –sofya diyor zaten falan diye tartışmaları vardır. tabi onlarda yorum meselesi biraz, orada işte bu misali verir yani şimdi bir hadisenin ana hatları veya tarih filozofları alıyorlar kendi kafalarına göre işte bu hadiseler böyle böyle olduğuna göre bunu nasıl yorumlayabiliriz. Bunun felsefesini nasıl yaparız. işte buradan ne gibi genel sonuçlar çıkabilir. Uzatmayayım maksadım — felsefesini nakletmek değil ama orada son derece sert efendim tarih felsefesi tenkitleri de vardır yani bu tarih filozofları hayal görüyorlar. Bunların fark etmedikleri şey bir kere tarih hadiselerini biliniyor ve kati olarak tahkik edilmiş sonuçlandırılmış, herkesin üzerinde uzlaştığı tıpkı bilimsel veriler gibi bu böyledir. işte Hasting savaşı bilmem kaç yılında olmuştur? İstanbul 1453 yılında fethedilmiştir. tamam bundan şüphe edilecek bir şey falan ama işte bunlardan hareketle de efendim biz oturur ampirist bir yolla bir genel sonuca bir tümevarıma hadiseler işte şöyle oluyor böyle oluyor diye bir şeyler çıkarabiliriz zannediyorlar. Hâlbuki bir kere hadiseler, o hadiselerin uzmanları arasında bilinir ki hepsi son derece tartışmalıdır. hiç bir tarihi hadisenin öyle bilimdeki gibi, matematikte ki gibi bir geçerliliğinden bahsedilemez filan gibi tenkitler yapıyorum. Şimdi tarih filozofları bunu fark etmiyorlar ya da fark etmemiş görünüyorlar ona göre imali fikr ediyorlar. iyi de kardeşim bu adamın tarihçiliği ona değil ki sen böyle konuşuyorsun ama senin söylediğin şey sadece bir görüş bakalım ki öyle mi o hadise, öyle mi oldu? Tamam 1453 de stanbul fethedilmişte nasıl fethedilmiş, o hadisenin teferruatını incelediğin vakit orada bütün tarihçilerin sayısız uzlaşmazlık içinde olduklarını göreceksin. ee şimdi sen zannediyorsun ki bu kesin bir şeydir. Buna dayanarak da yani bilim de olduğu gibi imali fikr. Bir kere tarih, tarihçiler arasında yani intu– olarak bilinir ki her zaman şüpheli bir şeydir. bir tarihçi bunu bilir o yüzden tarihçiler tarih filozoflar sevmezler haklıdırlar falan diyorum. Şimdi bu bakımdan kolinkvud ustamızla biraz uyuşuyoruz çünkü bende tarihin bilinebileceği kanaatinde değilim zaten. esasen tarihte bir tasavvur araştırmadan ibaret be hiçbir zaman kesin ve tam bir bilgiye ulaşmak hiçbir şekilde mümkün olmadığı için ayrıca zaten mümkün olduğunu bile varsaysak o kadar geniştir ki hele böyle birde senkronik olarak tasavvur edersen zaten imkansızdır onu anlamak. peki diyakronik olarak anlayalım şu olay şu olayın sebebi işte ne anlatıyoruz Osmanlı devletinin tarihini anlatıyoruz yad efendim Türkiye tarihi anlatıyoruz yahut Türk milletinin tarihini yahut İngiltere tarihi anlatıyoruz filan bu acaba izah edici olur mu? hatta bunu Tongi tartışır — girişinde tarihin inceleme ünitesi nedir? Yani mesela İngiliz tarihi diye bakarsak tarihe İngiliz benim annem İngiliz tarihçisiydi. Ben İngiliz tarihi dinleyerek büyüdüm, amcamda öyleydi falan. Yani ama İngiliz tarihi sadece İngiliz tarihi diye bakılarak anlaşılamaz onu daha geniş bir Hristiyan batı medeniyeti çerçevesinde ancak anlaşılabilir olur falan diye bir takım mülahazalardan sonra tarihi incelmenin ünitesi olarak medeniyetlerin incelenmesi gerektiği sonucuna varır. Yani işte batı medeniyeti, Hint medeniyeti, İslam medeniyeti her neyse bu çerçevede incelenmeli falan gibi. Eğer siz tarih filozofların Şipenkler gibi T–, Kolinkvud– kroçe gibi tarih filozoflarının yazdıklarını okursanız. Tabi bunlar sıradan insanlar değil. bir kere tarih filozofu normal bir insandan çıkmıyor yani hem felsefi birikimi olacak hem esaslı bir tarih bilgin olacak içinden gelecek hadisenin, tecrübesi olacak, birikimi olacak vs. vs. yani bu sıradan aydında hatta dün akşam seyrediyordum bir tanesi ama o sıradan aydın sayılabilir mi bilmem de komplo teorisyeni 50 bin tane komple teorisi sıraladı. Yani şöyle oluyor da böyle oluyor diye. Yani kendince yapıyor adam herkes yapıyor zaten. Ama yani bizim tanıdığımız işte yeni 20.yıldaki 5-10 hepsini saysak 50-60 tarih filozofunun çoğu fevkalade bilgili, akıllı insanlardır. söyledikleri de her zaman fasa fisodan ibaret değil. Bazen çok aydınlatıcı olabiliyor. Ama Kolinkvud tenkidin de de hak verilmesi gereken bir yer var. Dediğim gibi şimdi siz bir hadiseler nehri diye göreceksiniz? Yoksa bir ağacın dallanıp budaklanması, bir tohumdan filiz verip bir gövde arkasından dalların oluşması böyle kuran-ı kerimdeki o ayette olduğu gibi. Kökleri yeryüzünde dalları gökyüzünde o — kelime güzel bir ağaç gibiydi diye var ya ayet. Şimdi nasılda
Numan Hoca; hangi ağaçtır?
Şahin Hoca; valla işte bir hayat ağacı var biliyorsunuz eski Yahudiler bugün bile Tuğba dalları derler bilmem ne derler bir sürü şey var yani eğer o şeye girerseniz. Şimdi bu Sümbül efendideki ağaç misalinden maksadım şunu anlatmaktı. Yani normal tarihçinin yaptığı gibi bir takım derecikler, ırmaklar bir mecraya akıyor sonra bunlar birleşiyor büyük bir ırmak oluyor, sonra büyük bir nehre dönüşüyor öyle kocaman missisipi, Kızılırmak gibi falan bir sürü yanı kolu var hadiseler toplanıyor filan bir mecrada akıyor diye telakki etmek mümkün tarihi. sonuçlar önceden yazılmamış belki fakat olurken irticalen gerçekleşen bir drama gibi kolinkvud un tabiriyle söylersek, bir de bir tohumdan bir ağacın dallanıp budaklanması gibi telakki etmek mümkün onu da bakıyorsunuz bu ağacın bir sürü dalı var, yaprakları var, teferruatı var sonra ama bide bunun hava gölgesi var muhteşem bir ağaç güzel bir ağaç ama bu ağaç esas itibariyle bir kökten kaynaklanıyor. bu tohumda o ağacın bütün ihtişamı gizliydi zaten DNA’sında değil mi? ne şekilde şekilleneceği belki ortamla zamanla rüzgarla tabiatın efendim soğuk kışı bilmem şusu busuyla falan insan müdahalesiyle falan bir çok şekilde etkilenmiş olabilir ama esas karaktere DNA sında var diyor — değil mi? ben biliyorsunuz ego sum qui sum diye şuurdan başladım arkasından işte şuur sayesinde elde ediyoruz bilgiyi, bilgi çeşitlerini de şuurumuz nispetinde değerlendiriyoruz diye devam ettim sonra oryantasyonumuzu da buna göre tayin ediyoruz ama oryantasyonumuzu da nihai hedefler etkiliyor olabilir falan diye. Yani stand pointimiz şuur benzetmesinden başladığı için insan şuurunun hatta varlıktaki şuurun gelişme istikameti tarzında giden şuur bir tohum gibi yani. Şuur ana metresi bir ağacın dallanıp budaklanması gibi bir istikamette gitti bizim bu konferanslar, bir nehrin akışı gibi değil de çeşitli kanallardan alan tamam felsefeden, mantıktan bahsedeceğimiz tuttu fakat onu şuur bahislerinde ithal ettik gene. İşte dedik ki bunlar şuurun iki yönü var. Bir yönü algı yönü işte efendin sensation ham veriler. Bunun tam teferruatı var konuşulması gereken ve insanlarda konuşmuşlardır yeteri kadar bunu çok uzatmaya lüzum yok biz ana hatlardan gidelim gene. Tamam ama bir de muhakeme yönü var, lisanla semantikle, matematikle, mantıkla, insanlığın birikimiyle, tecrübesiyle, kültürün telkin ettikleriyle, inançlarıyla vs. biçimlenen. Şimdi tabi psikologlar şuur cihetini ehemmiyet veriyor ama felsefeciler daha çok aklı, muhakemeyi ön planda tuttukları için orada hareketle değerlendiriyorlar hadiseleri. Yani akli muhakeme ile değerlendirince de o zaman tabi elimizdeki aletler işte mantık olur semantik olur, matematik oluor falan. Bunun da çok tartışması var. Aslında istesem bile nakledemeyeceğim çünkü artık hafızam gittikçe zayıflıyor ve okumuş olsam bile hatırlayamıyorum. Çok okuduğum şeyleri, yani yeni de okumuş olsam bile hatta daha geçenlerde okudum halbuki ben R— personality bahsinin son bahislerini. şimdi burada da tıpkı Yansımatsın H– evoletion Kitabında işte 1926 da biliyorsun Y. günay afrikanın ilk başkanlarından ve büyük bir general efendim Birleşmiş Milletlerin kurucularından bu da önemli bir kitap oradaki P.. evoleşin kitabının son bahisleri de zaten o da gelişen bir şuur üzerinden hareket ederek niçin benim gibi Oralardan gelen etkiler var tabi Bergson’dan yansımalar şuradan buradan benim konuşmalarımda onları bir şekilde absorve etmişim. sonra kırık dökük nakletmeye çalışıyorum şimdi çoğu zaman da net olarak hatırlayamayarak çünkü artık hafızam zayıflamış. Oralara da bakılabilir. Fakat bizim Yansimatın dediği de böyledir yani sonra da biz benlik falan dedik ama onun tabiri personality dir şahsiyet yani. Benim kimliğim hatta dikkat ederseniz bunu biraz uygulamaya çalıştım yani şuur tamam da şuur sadece uyanık haldeki şuurumuzdan ibaret değil. bir kere rüyada da başka türlü bir şuur var. efendim hatta sonunamul halde yani uyurgezerlik halindeki şuur farklıdır, hipnotize telkinler altındayken, hatta geçenlerde sana bir hipnotize filmi gönderdim ya bu bu kadar tesirli olabilir mi ? diye. Sende cevap vermeyi ihmal ettin demek ki izleyemedin efendim çok aşırı örnekler vardı, gerçi bende tarihten öyle şeyler biliyorum. Hasan Sabbah’ın da o kadar çabuk hipnotize edebildiğini okumuştum ama hipnotize halindeki şuur başka, meditasyonun yüksek hallerinde, trans veya benj veya istibat halindeki şuur başka, uyku uyanıklık tamamen başka. Yani şuurun da muhtelif halleri var. biz şimdi uyanık haldeki şuurumuzu günlük hayatımızda şimdi olduğu gibi ve bunun algılarını çok fazla mübalağa ediyoruz. Hâlbuki o uyanık şuurun algısını dahi biçimlendiren beynin daha evvel öğrenmiş olduğu tecrübeler, inançlar, muhakeme yani siz görürsünüz ama bildiğinizi görürsünüz, görmeyi de öğreniyorsunuz sonradan zira. Yani doğuştan görüyor değilsiniz. o görme tecrübesinin ışığında görüyorsunuz o gördüğünüz nesneleri tamam bir yeşil renk görüyorsun ama o yeşil renk daha önce öğrendiğin dille, isimlendirmeyle, tecrübeyle o renk tecrübesiyle falan gibi ayrıca renk körü de olabilirsin pekala
Numan Hoca; analojiyle de
Şahin Hoca; çok nadir olmakla beraber yani tek renk görme hadisesi yine de varmış. en azından 3 renkli gören 4 renkli gören insanlar arasında bir de farklar var 2 renkli gören 3 renkli gören insan var. Çok nadiren 4 renkli gören var belki. Yani bunları daha önce muhtelif vesilelerle konuşmuştuk. Binaenaleyh şuurunda bir muhakeme tarafı var ki o daha çok kültürel müktesebatla ilgili, dille, inançlarla, felsefeyle, şunla bunla. bir de A— bunun hangisi hangisini ne kadar etkiliyor orası çok muğlak karışık ve kompleks bir mesele şuur açısından. Aslında şu andaki bilgilerimiz ışığında ve tam manasıyla tahlil edilemiyor. o da çok açık görünüyor yani tam manasıyla detayların bilinmediği için. Şeytan da detaylarda gizlidir deyişimin sebebi o. şimdi biz bir şuur ve benlik hadisesinden başladık ama işte dedik ki benlik aslında sadece uyanık şuuru değil beyindeki faaliyetlerin tamamı ve vücudun kendisini da ihtiva ediyor. Ben yani Şahin Uçar’ın vücudu da benim vücudum, beyindeki faaliyetlerde benim benliğimin faaliyetleri falan anlamında. Benlik meselesi kimlik meselesi biraz hayalidir diye beynin inşa ettiği bir şey değildir diye tartışılır ama öyle bile olsa somut olarak ben benim yani ve bana ait vücudum da benim parmağım kesildiği vakit ben hissediyorum acıyı sen hissetmiyorsun tamam mı? Orada bir müşterekiyet yok bir Şahin Uçar diye bir vaka var, Yücel diye bir vaka var. Onun kimliği var, benliği var falan. Evet ruhu vardır yoktur, beyinde oluyordur, muhakemesi şöyle oluyordur böyle oluyordur bunlar çok tartışılabilir ama o benlik tartışılamaz. Böyle bir şey var yani iddia ediyor daha doğrusu tartışılır ama aşırı şüpheci, sikeptik arzularla Dekart’ın tartıştığı tarzda tartışılır. Ondan da fazla semereli netice elde edebileceğimizi zannetmiyorum. Çünkü genel olarak felsefeden fazla semereli neticeler çıkmamıştır esasen. bilim adamlarından H– H.. hatta şöyle diyordu Bilimsel Felsefenin Doğuşu kitabında biraz fazlaca modern bilimden etkilenmiş bir adam. filozof ama H.. h.. valla o eski cevher, öz, araz tartışmaları boş tartışma–

  1. HAFTA KISIM 3

Varsa yoksa modern fiziğin söyledikleri felsefe de zaten fiziğin ortaya koyduğu neticelerden ibarettir. Gerisi uydurmadır felsefenin kardeşim öyle cevher mevher bilmem ne falan geçin onları falan diyor ezcümle. bu kadar basite icra edilemez içinde güzel şeylerde var o kitabın elbette ama bu kadar outline olunca böyle bir intiba veriyor yani ama ana fikri bu gerçekten de.
Numan Hoca; bu tartışma önemlidir aslında.
Şahin Hoca; demin ki konikvudun aslında bu bir bilim dediğimiz de felsefe diyor demesi gibi. Ama kolinkvud orada şunu da söyler. Speculum mentiste söylüyor hatta bunu daha evvel — nakletmiştim yani insan şuuru dinden, sanattan, felsefeden, ilimden geçerek tarih şuuruna kadar geldi ama ancak 19. asrın ikinci yarısında geldi tarih şuuru en geç ve en son gelişenidir diyorduk. Sanırım felsefe üzerine denemeler isimli kitabında da şöyle bir şey vardır, açarsanız görürsünüz. Çünkü 17 yy. a kadar bilim gelişmiştir, felsefe gelişmiştir, tarih çok iptidaiydi. Onlarla rekabet edecek bir durumda değildi Aristo bile Poetiks de işte Poetika Türkçesi. poetika da şiir bile daha genel insani hallerden bahsettiği için tamamen unıqe hadiselerden, münferit hadiselerden bahseden tarihten daha değerliydi. Çünkü daha büyük, daha genel insani — temas edebilir sanat veya şiir. Tarih zaten ciddiye alınamayacak bir şey yani bir kere münferit hadiselerden bir şey çıkmaz. Ayrıca zaten bugünkü hadiseler biliniyor değil. Hatta kolinkvud şunu da iddia eder tarihçiler arasında zimmi bir kabuldür bu, evet tarihi olaylar şüphelidir. Yani tarihçi bu tarihte böyle olmuştur derken aslında şunu demek ister benim kanaatime göre, edindiğin intiba ya göre yaptığım araştırmalardan böyle olmuş olabilir demek ister ama bunu söylemeye lüzum görmez kestirmeden söyler. Ben çoğu zaman tarihçilerin bunun farkında olmadığı için bu kadar, bazıları çok cahil olabiliyor çünkü gerçekten tarih profesörlerinin. Bazen de hakikaten böyle canım bu malumu ilam gibi ne lüzum var bunu söylemeye gibi düşündükleri kanaatindeyim.
8 HAFTA KISIM 4
Diyorlar ki tarihte böyle olmuş nereden biliyorsun ya bir kere içinde olanlar bile bilebilemez tarihi. Yani şu anda biz burada konuşuyoruz şuan da dünya ne oluyor kardeşim. Buna uygun bir dili nasıl geliştireceksin. Bir ağacın kökten dallanıp budaklanması gibi mi, bir nehrin akışı çeşitli kolların ona iştirak edişi ve nehrin büyümesi gibi mi tasvir edeceksin? Yani hadiseleri tasvir ederken ister diyakronik tarzda ister senkronik tarzda karşına büyük problemler çıkar. ya çok büyük kompozisyon kabiliyeti en ufak detaya kadar dikkat ediyor sigara örneğini verdim işte Tolstoy’dan doktor ameliyattan çıkarken sigarasını şöyle tutuyordu diyor bu kadar küçük detaya ne lüzum var.
Numan hoca; ama tarihi vaka mı vaka.
Şahin hoca; bu bir şeyi karakterize ediyor mu? Doktorun işte küçücük bir davranışı, gülümsemesi, orda bir sigara tutuşu burada bilmem nesi bu hal. Nabakov edebiyat dersleri isimli kitabında Türkçeye tercüme edilmiş bu. bir faslı Anna Kanay.. anna kaya da zamandır hatta o faslın. der ki Tolstoy’dan anna karenina okurken okuyunca hiç fark etmez de Harp ve Sulh de bazen şöyle tarih kaymaları olmuş şu yaşta falan yaşa sıçramış hâlbuki aradan şu kadar sene geçti bu olmaz falan bir takım zaman hataları olabiliyor. Okuyunca hiç bunun farkına bile varmıyor. Bazılarını da kasten zamanla oynar Tolstoy filan diye çok enteresan bir şeyi vardır. Şerhi vardır AnnA Karenina burada zaman üzerine. Ben tabi Roman teorisiyle meşgul olurken bunlar üzerine yazılan şerhleri de okurdum. Orada ki bir cümlesi Dostoyevski son derece kötü bir yazardır der nabakov da Rus asıllı ve meşhur Lolita filmi vardır ya gençliğimde seyretmiştim onunda yazarı. Ben nabakovdan okuduğum tek eser Edebiyat Dersleri Türkçe edildi zaten okudum. Romanları okumadım, lolitanın da filmini gördüm. Ama iyi bir romancı olduğu falan rivayet edilir, Amerika’ya yerleşmiş bir üslup tabi Rusça ana dili. Tolstoy çok kötü bir yazardı diyor, hiç bir cümlesi doğru düzgün değildir. Öyle düzgün cümle kurmaktan aciz bir yazardır, bir mübalağalı ifadeler kıskançlıkta var içinde bir miktar herhalde. Ama tabi bu onun büyük bir yazar olmasını önlemiyor diyor. Diğer taraftan Tolstoy da diyor bir cümle kurduğu vakit her kelimenin başına bir sıfat ekler, bir sürü sıfat. Ne kardeşim işte ne renginde yok bilmem ne, yok bilmem sigarasını şöyle, bu kadar çok sıfat ne lüzum var. Bir de adam aşırı ölçüde detaycı ve o detayların en ufak tonuna kadar bir sürü sıfatlarla veriyor. Şimdi siz normal bir sıradan bir yazar okuyacak olsanız bu kadar çok sıfatı yahu bu herif deli mi manyak mı, böyle yazı mı yazılır, bu kadar acemilik olur mu falan dersiniz. Nitekim bizim İskender Pala yı okurken öyle oluyor, hadi gıybette yapayım. Ama bu kadar büyük bir yazar okuduğunuz vakit o detayların her biri son derece dengeli, gerekli olduğunu görüyorsunuz. Çünkü onlar veriyor büyük resmi, şeytan o yüzden detaylarda gizli. şimdi bizim bu şeyimiz de geçen şeyde de söyledim senin o sualin vesilesiyle oryantasyon bahsini tartışırken nihai hedefler falan diye. Nihai olarak gerçekten uniqe karakterdeki bir personaliteye doğru, uniqe benzersiz demek biliyorsunuz münferit demek efendim. Şahsiyetin özelliklerin biri bu, şahsiyeti türden ayıran şey bu zaten. her insanın bir şahsiyet olabilmesi belki mümkün değil ama işte şahsiyetin gelişmişliği vesilesiyle tamamen benzersiz bir şeye dönüşüyor insanoğlu. Hayvanlar âlemindeki gibi bir kere bir köpekle öbür köpek arasında büyük bir fark yoktur aynı cinstenseler. Çünkü onların ikisine değiştirdik biliyorsunuz köpekler çok çeşitli. ve ya bir kedi ile öbür kedi arasında büyük bir fark yoktur ha siyam kedisi ile Van kedisinin görünüşleri farklıdır ama aynı cinstense, aynı türden ise orada bir şahsiyetten bahsetmiyoruz orada sınırlı bir şeyden bahsediyoruz şuurdan bahsediyoruz ama insan şuuru bir şahsiyet inşa edecek kadar mütekamil olabiliyor. şu anlamda söylüyorum bu tıpkı Yansımetsın söylediği anlamda sadece kendisine öğretilenlerin bilgi olarak, inanç olarak, oryantasyon olarak, dil olarak yani şuurunu aldığı yönleri değil de kültürden intikal eden yönleri, bunlar bu kategoriye giriyor. İşte antropologların söylediği gibi kültür irsi olarak tevarüs edilmeyen yani genlerden gelmeyen her şey insan yapısında. Burada da bir sürü gene husus var elbette ama geçen hatırlayım diye Zen Budizm örneğini vermiştim hatırladığıma göre yani çocukken henüz kafa yapısı teşekkül etmeden evvel saf bir gözle bakabiliyorsunuz hadiselere bu kırmızı bu yeşil, bu çiçek, bu dağ falan. Hatta benim şiirlerden birinde geçer alacakaranlıkta kızıl yansıma da bu dağ dağa benziyor falan diye. Yani burada bir gökyüzü — tuhaf tuhaf ifadeler vardır. Hepsinin arkasında bir felsefe vardır. Neyse mesele o bir gül bir güldür lafı aslında — diye meşhur bir Amerikalı yazara aittir yani 1900 bilmem 20 lerin Paris’inde yaşayan — falan gene boş laflar değil tabi. dediğim gibi kara kaplı kitapta yeri var. demin verdiğim outline örneğinin bile var yani K.. yeri ama ne kadar iyi hatırlayabiliyorum orası şüpheli. Şimdi eroz izeroz izeros. benim kızılırmak zamanında yani şimdi sen şarkını söyle de alacakaranlıkta kızılırmak zamanı diye bir şey vardır. İşte nasıldı ki Yarabbi unuttum şimdi ama bu karanlık ışığı anlamıyor işte alacakaranlıkta şafak doğuyor da ortalık aydınlanıyor falan diyor arkasında ama hayfaki bu karanlık ışığı anlamıyor mesela incilden bir laftır. Karanlığın ışığı anlayamaması, yani öyle basit gibi görünen şeylerin arkasında bir şeyler olabiliyor benim sözlerimde bir takım kitaplardan falan refere edilmese bile alınmış şeyler olabiliyor ayet veya başka bir şey. Neyse karanlık bahsini geç.
Yücel hoca; karanlık ışık mı dediniz?
Şahin hoca; hayfaki bu karanlık ışığı anlamıyor. ne yazık ki karanlık ışığı anlamıyor çünkü ışığı anlamak için ona hazır müstait hale gelmesi lazım yani — sözündeki gibi nasıldı o haber
Numan hoca; yeter bu kadar ilim ve sanat bahsi
Şahin hoca; bunun yapraklarını kapatta confort— kabil-i istidat bir kalp getir bana yani anlayışı olan, tahmin edebilen işini efendim absorve edebilen her neyse. Bunların tabi arka planını tartışmak gerekmiyor şimdi. Demek istediğim biz bir ağaç gibi başladık yani bir Harp ve Sulh deki veya normal tarihçi anlatımındaki gibi veya normal — gibi bir nehrin yan kollardan beslenmesi şeklinde değil de şuuru bile felsefeyi bile, mantığı bile semantiği bile şuur bahisleri içine ithal ettik birinci bölümde. Yani hep şuur perspektifinden bakıyoruz öyle olduğu için de kâinatın ve insanlığın gidişatı hakkında söyleyeceklerim de gene şuurla ilgili bu sefer kozmik şuura doğru gidiyoruz. Bazılarının çok mübalağalı ifadeleri vardır biliyorsunuz singularity falan diye bir takım fikirleri vardır. Kuruzvey diye google da çalışan bir kâşifin neyse sonunda suni zekâyı yapacağız bu suni zekâ insan zekâsını çok aşacak ve tek bir zekaya tek bir şahsiyete dönüşecek falan işte onun içinde singülarity diyoruz buna falan diyorlar. İşte buna eksmajinada gördüğümüz gibi insandan daha üstün vasıflara sahip robotlar falan filan gibi fikirlerde ifade ediyorlar sembollerle falan malum scientific şeyleri. Onlarında tartışmasına doğru gidiyor çünkü şuur perspektiften başladık ve o tohumdan neşet ediyor bu ağaç onu arz etmek için söyledik bu kadar uzun detaylar ve ağaç ve nehir benzetmesi. Şimdi bir ağaç gibi neydi o Nazım Hikmet’in bir şiirini naklediyorlar.
Yücel Hoca; bir ağaç gibi özgür ve hür yaşamak gibi kardeşcesine
Şahin Hoca ve bir ağaç gibi işte neyse böyle bir şey demişti. Hür ve tek başına gibi bir şey. yani bir ağacın köklerinden tohumdan daha doğrusu başlayıp kök denince kökler salması yeryüzüne bir ana gövde oluşturması, büyüyen bir biçim var taktir edersiniz ki yani şimdi çınar ağacı başka bir şey, meşe ağacı başka bir şey hatta ben şu benzetmeyi de hatırlıyorum Tolstoy’un harp ve sulh ‘ünde Prens Andreiviç Nakaşayı ziyaret ederken işte karısı ölmüştür şudur budur çok canı sıkkındır şöyledir böyledir morali bozuk bakıyor orada kuru meşe dalları 5-10 gün kalıyor geri dönerken aa ağaç aniden yeşermiş gayet ihtişamlı falan. Dönerken o ağaç hakkındaki intibaları, giderken intibaları. Adam oturuyor ağacın dallarının yeşerdiğine varıncaya kadar ama o adam başka bir maksatla söyledi elbette ve çok başarılı o işte. Yani sanatın hadiseleri tasvir ediş tarzıyla tarihin tasvir ediş tarzı arasında çok büyük fark var. Şimdi sen tarihçi olarak diyorsun ki falan olay benim için önemli İstanbul’un fethi önemli. ha hiç öyle görünmüyor senin önemsemediğin — çok daha önemli benim için diyor tamam mı. efendim enflasyon çıkardı diyor. Diyor ki kolinkvud bu Marks diyor sosyal hadiseleri izah ederken iktisadi olayların tarihine bakmam, gelişmesine bakmanın gerekli olduğuna işaret etmekte son derece haklıydı ancak bunu tarihi hadiseleri belirleyen iktisattır noktasına kadar götürünce her şeyi belirleyicisi ekonomidir falan o zaman da saçmalamaya başlamış oldu. Şimdi nereden başlayıp nereye vardığınız da önemli belki ben yani o ağaç dalından sonra saçmalamaya başlayacağım diye korkuyorum ama yani
Yücel hoca; bütün genellemeler yanlıştır diyorsunuz, indirgemelerde yanlıştır yani bu dâhil.
Şahin hoca; hepsi dâhil ama netice-i kelam şuur konusu şuur mevzusu etrafında bütün böyle ilmi, tarihi; ilmi de bilgi çeşitlerinde şuuru idrak ediş biçimlerine icra ettik biliyorsun bir perspektife bakış açılarına göre muhtevası ve metodu belirlenmiş ilmin prospection işte efendim bizim — sorarsanız ilimle tarih arasında hiçbir fark yoktur. yani kadar da değil bilader. Ancak 17 asıra gelinceye kadar efendim tarih gelişmemiş olduğu için bunun tesirinde kalarak işte ilim böyle genellemedir, felsefe genellemedir, tarih münferit olaylardır dediler ama ben o kanaatte değilim falan kendine göre bir sürü süslü anlaşılmaz lakırdı söylüyor güzel ama bir de realite var. Bazı şeyleri ben söyledim veya kolınkvud söyledi diye doğru olmaz. Tabi otoritesine saygı duyarız bir insanın birikimine, arada çok güzel şeylerde söylemiştir belki ama arada biz nasıl tefrik edeceğiz yine bu değerlendirme yaparken hangi bilgi çeşidine, ne dereceye kadar itimat ve itibar edeceğiz. Hafızın dediği gibi “guş in kuca dide itibar koni” demiş ya işte kulak nerede itibar eden göz hani tamam sen böyle diyorsun da ben tarih felsefesi yapacağım. iyi de kardeşim ona kim itibar ediyor bir tek Numan baba o sayede konuşuyoruz. ?
neyse bu bahsi bitireyim yani zaten yeteri kadar duyduk detay metal ağaç mağaç benzetmesi üzerine demek istediğim şu ki el cümle bu ego sum qui sum lafından başladığımız için ta insan, varlık ve zaman da Hz. Musa’nın o yüzden benlik meselesi, o yüzden arkasından şuur incelemeleri, o yüzden şuur merkezli böyle efendim benlik meselesi, işte bilgi meselesi, oryantasyon meselesi ve nihai olarak vizyon falan bahsine kadar gelmiş bulunuyoruz — tane kaldı İnşallah bitireceğiz. vizyona gelince şimdi gelecekle ilgili nasıl bir oryantasyon ve nasıl bir projeksiyon yapacağız. Zaruri olarak gene şuurla ilgili şeyler bu çerçeve de dal budak saldığı için o noktaya doğru gidiyor diye bir açıklama olsun diye söyledim. Şimdi bu personalite meselesi tuhaftır. Yani burada hakikaten bir ruh, bir beden var ama ideonun yanı sıra bir ruh ve bir benlik var şimdi ve uniqe bir şahsiyet, kendi hususi şeyleri var. Ben bazen düşünürüm böyle geçmişi ihtiyarladım ya annem şöyleydi, babam böyleydi. şöyle şöyle büyük bir kusurları vardı vaktiyle benim anamın babamın falan. şu şu şu büyük hataları yaptılar kardeşim filan ama şu şu şu meziyetleri de vardı şunları da yaptılar falan işte gibi veya kendi hayatımla ilgili bir değerlendirme şimdi bakıyorsun eğer sen bir yönelişim var, bir istikametin var falan deyip duruyorsun ya o yöneliş ne derece de şahsiyetin, kültürün, DNA’nın şunun bunun etkisiyle oluşan bir yöneliş, ne derece de hadiselerin çevredeki olup bitenlerin etkisiyle oluşmuş, insan belki kendi kaderi hakkında konuşamaz da (ara verelim şahsiyet meselesinden devam edelim)

8.HAFTA KISIM 5

Numan hoca; izeroz izeroz
Şahin hoca; o zaman açacağız karanlıkta okuyacağız sende var mı? Çok güzel bir şiirdir. Derin felsefe ihtiva eder. Din felsefesi de dahil akla gelen her şey var içinde. Tuhaf benim şiirler zaten ama o yüzden benim şiirleri okuyanlar normal şiirleri sevmeyenlerde seviyorlar.
Numan hoca; İranlı ile namaz kıldığımızı anlatıyoruz.
Şahin hoca; şimdi ha İranlı, İranlı tabi ellerini bağlamıyor gittik şehzade camisine. Bizim yurtta da bir yer ayarladık ona 1-2 gün kaldı — orada yakın ya.
Numan hoca; nerede yolda mı tanıştınız.
Şahin hoca; öyle tanıştık, nasıl tanıştık hatırlayamıyorum belki de yurda gelmiştir turist olarak.
Numan hoca; pratik yapalım diye.
Şahin hoca; yurda turistte gelirdi. Evet, yurda gelmiştir. Efendim, pratik yapalım işte Farsça mızı şey yapalım falan diye. Şimdi ben tabi Tarzan Farsça si konuşuyorum. Şimdi de gitsem Tarzan Farsçası konuşacağım, Tarzan Arapçası konuşacağım. Konuşmak başka anlamak başka okuyarak öğrenince öyle oluyor, konuşma pratiği gerekli. Ama şimdi ben tabi Osmanlı Farsçası konuşuyorum, herif normal bugün ki İran şeyi konuşuyor, telafi ediyor. Gül dedikte oradan geldi, adama şimdi geziyoruz beraber hadi Gülhane mi revim diyorum. Ben şimdi Gülhane mi revim diyorum, adam diyor ki Çi est Gülhane, Gülhane ne diyor. Diyorum ki, niye anlamıyorsun ya gül Farsça, hane de Farsça. Efendim, anlamıyor herif nihayet Gülhane’nin kapısına geldik. Orada yazıyor ya Gülhane Latince Gülhane parkı. Haa golhana ya golhana nerde Gülhane nerde tabi adam anlamadı tabi yani o bugünkü farsça da öyle ne bileyim ben. Ya dedim sizin dilinize eşek arısı soksun bu kadar çirkin Farsça mı olur yani. Yani işte sen şimdi gül diyorsun ama adam gol diyor gol gol yok deve yani olur mu ya o kadar çirkin Farsça ama öyle. Batı da öyle miydi Mevlana’nın geldiği Belh çevresinde belki de bin sene evvel bizim Osmanlıların kine daha yakındı belki onların telaffuzu. Dilde değişiyor, telaffuz da değişiyor çünkü. Şimdi ki İranlıların Farsçasının asıl Farsça olduğunu bizim Osmanlıların mesela telaffuz ettiği Farsçanın
Numan hoca; aynı Farsça olduğu — edilemez
Şahin hoca; aynı Farsça olduğunu iddia etmek de zor onların ana dili olduğu halde. Zaman diye bir de var. Bugün ki Farsçanın 1000 sene evvelki Farsça gibi telaffuz edilmesi imkânsızdır. Muhakkak büyüt çaplı değişmeler olmuştur ve bizimkinde de olmuştur hepsinde olmuştur her dilde olmuştur mecburen kaçılmaz. Ama bugün Türkçe den hoşlanmıyorum. Maalesef kendi istediğimiz kadar konuşamıyoruz bazen araya karışıyor ama. Mesela örnek kelimesini sevmiyorum, misal derim çoğu zaman ama burada konuşurken de çoğu zaman örnek de diyorum değil mi, yani, mesela.
Yücel hoca; tabi tabi
Şahin hoca; Bu yeni kelimeleri pek sevmem
Yücel hoca; ben yazarken mesela ona şey yapıyorum.
Şahin hoca; yazarken mümkün ama değiştirirsin gerekirse
Yücel hoca ; check ediyorum filan ama yine de arada kaçtığını düşünüyorum yani onu diyorum işte bir yerde örnek diyorum misal diyorum yani onları.
Şahin hoca; olmuyor mesela ben varlığın mana ve vasfını demiştim orada bile bir cümle kuruyorsun, orada kardeşim orada mana diyemiyorsun anlam demek gerekiyor.
Numan hoca; oldu varlığın anlamı sonra
Şahin hoca; sonradan anlamı yaptık da o ayrı sebeple. Fakat metnin içinde bazen varlığın mana diye geçiyor bazen anlam diye geçiyor. Aynı kelime değil mi? Peki niye bazen mana bazen.. Şimdi orada öyle bir cümle kurmuşum ki kardeşim orada anlam diyemezsin. Öbür kelimelerle ahenksiz kalıyor, öbür kelimeler eski bu kelime yeni sadece olmuyor yani bir tuhaflık oluyor neyse.
Yücel hoca; evet evet kekremsi bir şey oluyor.
Şahin hoca; veya bütün kelimeler yeni orada sen bir anlam yerine mana diyorsun bir kekremsilik oluyor bir şey oluyor.
Yücel hoca; misal, mesele, mesel, misal, mesel, mesele
Şahin hoca; tabi bir sürü şey var
Yücel hoca; orada ki ses uyumu ayrı bir de anlam uyumu da..
Şahin hoca; ayrıca örnek Türkçe bile değildi Ermenice den geçme bir kelimedir Türkçe ye
Yücel hoca; örnek!
Şahin hoca ; yani tabi öyle yazmışlar Türk dil kurumcuları , dilde incelediğin vakit Yani şimdi sevdiğim bir şey değil.
Numan hoca; derose izerose de ki anlamda böyle bir şey aslında .rose bir yandan gürültü
Şahin hoca; bir yandan bir gerçeğe ne kadar delalet edebilecek dil. Biliyorsun şunun bahislerini tartışırken dilin gerçekliği de şüpheli demiştik.
Numan hoca; sevginin sembolü gül ne kadar işte. .
Şahin hoca; yani universal kavramlar zaten tartışmalı, felsefe tarihinde de. Partiküller kavramlarda, partiküller şeylerde isimler, isimler de tartışmalı, isim bile tartışmalı ya işte ______ Gördün. Yani dilin bütün kelimeleri semantik açıdan tartışılan olduğu için o yüzden Korzybski üstadımız ne diyordu Science and Sanity de ya da başka bir kitabında. Harita arazi değildir o meşhur lafı da . Aslında benim söylediklerimi daha teferruatlı, daha güzel, daha net ifadelerle başkalarına söylemişlerdir. Ya şimdi adam diyor ki
Şahin hoca; Kayıt mi yapıyorsun?
Katılımcı; kayıtta ben ara ara bakıyorum
Şahin hoca; ha o zaman kaldığımız yerden devam edelim.
Katılımcı; kayıt sürekli kayıtta hocam.
Şahin hoca; peki böyle gitmiş olalım şahsiyet bahsine. Yani daha önce söylemiştik şimdi sembol gerçeğe ne kadar delalet edebilir hâlbuki insan zihni, hayvanlardan semboller sayesinde üstün hale gelir. Bizim şuurumuzun üstün oluşunun sebebi anlamları sembollerle ifade etme kabiliyeti yani dil. Bu da tamamen mistik bir hadise çünkü bir sembole bir mana atfediyorsun, bir işarete. Aslında onun içinde bir anlam yok sen atfediyorsun ve uzlaşmayla o kültür getirmiş onu işte tarih içinde. Efendim, ee şimdi mesela, Türkçe başka bir kültür taşıyor, İngilizce başka bir kültür taşıyor filan şumulun bu tarafından baktığın zaman bir tarafı kültürün yönlendirdiği algı, bir tarafı o saf sensation ayrı bir şey. Efendim, ama işte benlik sadece, sadece proceptiona bağlı , sensation a bağlı veyahut ne bileyim algıya bağlı, uyanık şuurdan ibaret olmadığı için , onun içinde kimliği teşkil eden unsurlarda var . Mesela, dilin telkin ettiği mantık var, dille beraber öğrenilmiş isimlendirmeler var. Her dil dünyayı kendisine göre kategorize ediyor. Düşün ki dilden dile zaman anlayışları bile farklı. Arapça da sadece iki tane zaman anlayışı var biri mazi biri muzari . Hatta ben bir İbrani dilleri telkinini okumuştum orada şöyle yazıyordu adam, Şimdi bu bahse niye girdik diyorsunuz bir teferruat bahsi ama girdik artık devam edelim. Evet, İbrani alimi diyordu ki, İbranice, Aramice ve Arapça arasındaki farklardan, kıyaslamalardan bahsederken. Aslında Arapça ’da da perfect ve inperfect zamanlar var diyordu. Bak şimdi çıktı mı birden bire altı zamana. Peki mazi nedir geçmiş zaman, muzari nedir geniş zaman gelecek zamana da ihtiva ediyor başına bir ön ek getirmek gerçek falan değil, dilin kendi bünyesinde muzari var. Her neyse. Zaten zamanın kendi bünyesi de biraz öyle görünüyor. Geçmiş zaman ve şu andan ibaret gelecek meçhuldür. Ne diyorduk___________ geçmiş zaman geçip gitti, fert oldu, yok oldu. _________ gelecek kayıptır henüz sana içinde yaşadığın şu anda görünür. Yani galiba ben onu Türkçeye de çevirmiştim — şiirim de Türkçe ifadesinde geçen zaman geçmiştir falan. Şimdi, peki sen dersen ki Arapça ’da da perfect ile inperfect var gerçekte o zaman ne olacak. Bir kere geçmiş zamanın perfect hali olacak inperfect hali olacak değil mi? gelecek zamanında, şimdiki zamanında etti mi altı zaman. Latince de ki gibi. İyi ama biz o kadar zaman bilmiyoruz gerçi ben bunu fark etmiştim yani mesela Şakku’ı kamer ayetini tefsir eden müfessirlerden biri yani bu Arapça da mutlaka geçmiş zaman anlamına gelmez bazen Arapça da gelecek zaman da geçmiş zamanla ifade ediliyor. Yani perfect geçmişte ama henüz tamamlanmamış anlamında. Geçmiş zamanında, gelecek zamanında geçmiş zamanla ifade ettiği vakidir dolayısıyla ay yarıldı değil de, ay yarılacak diye anlamakta mümkün filan diye. Böyle bir takım tevriyeler okumuştum. Oradan beri biliyordum ki yani şimdi Arapça da aslında biraz esneklik var ifade ederken zamanları. Bütün dillerde olabileceği gibi Fakat biz bunu ne Basra nahivlerinin ne Kufe nahivlerinin başlıca iki gelenek var o Arap lisaniyatının teşekkülünde hiçi 1. Asırdan itibaren. Aruzu da onlardan biri şey yapmıştır Halil Bin Ahmet diye. Neyse her ikisinde de çağdaş yazarlarda dahi hani mesela Mehmet el — bir, semantik kitabı var bende onun ondan nakil de yapmıştım mamanın anlamında oradan buluna bilinir her neyse artık Efendim, Fıkhu’l luga lügatin fıkhı diye anlam yani, anlam manasına geldiği için fıkıh sözün anlamı diye. Fıkhu’l Luga diye bir kitabı var semantik kitabı birde gramer kitabı vardı bende onun. Şimdi o fıkhı luga da dahi ve o büyük gramer kitabında el muhit isimli büyük gramer kitabında 3 mu 4 mu kalın ciltli yani Arapça imtihanına girerken ondan hazırlanmıştım.
Numan hoca; inperfect ve perfect zamanlar
Şahin hoca; bahsedilmez çünkü bilinmez. Ama şimdi öbür adam o İbrani dilleri âlimi bu tenkiti yapmış. Yani böyle bir şey olduğunu bahsetmiş. Şimdi bende o zaman dedim ki ya hakikaten haklı adam çünkü böyle şeyler tartışılıyor firavundaki bazı ayetlerin tevhit ve tefsiri ile ilgili. El rahmani ___________ öyle benzeri bazı şeyler hatırlayamayacağın. Yani demek ki o zaman biz aslında anladığımızı sanıyoruz ama pek kuranı kerim anladığımızda söylenemez. Ne zaman inperfect ne zaman perfect geçmiş veya şimdiki zamandan bahsederken kuranda ki bir ayet onu hangi müfessir ne zaman ayırdı pekte net bir şey yok ortada benim bildiğim kadarıyla bilebildiğim kadarıyla. Belki şey de vardır onu görmedim. Daha çok lisanı taraflarıyla çok ilgilenen meşhur bir müfessir vardı orta çağda. Şimdi gelmedi ama adı aklıma. Onun tefsirinde belki vardır. O da Türkçeye çevrilmedi Keşşaf galiba yanlış hatırlamıyorsam. Neyse, dilin zamanları bile, bütün dillerde zaman anlayışları bile, Arapça da 6 zaman var mesela, Türkçede 5 diyoruz ama aslında Latince ye taklit ederek, Fransızcadan dolayı tasvir, Banko’nun grameri gördüğüm kadarıyla ___ öbürleri de hepsi uydurma şeyler yani çok ciddi grameri hâlâ yoktur Türkçenin , kullanımından biliyoruz ama ne kadar bildiğimiz şüpheli . Biz ana dilimiz olduğu için insiyaki olarak kullanıyoruz. Ama bunun terminolojisi esaslı bir gramatiği yapılmış falan değil bence hâlâ değil yeterli değil, yeterli görmüyorum. Lügati da öyle, imlası da öyle Yani neredeyse iptidai diller kategorisine sokacağım 2000 yıllık dili yani. Büyük Edebiyatçılar yetiştirmiş Fuzuli gibi filan. Efendim, ama böyle bir vaka da var yani ilimde ki gerilikten dolayı Dillerin gerçekliğe ne kadar delalet edeceği çok şüphelidir semantik açıdan ez cümle
Numan hoca; evet
Şahin hoca; harita arazi değildir kardeşim onu o sadece bir işaret. Kroki başka, harita başka , detay planı başka , hatta hologram başka diye şahidi manada farklı farklı özellikler saymıştım. Yani maddi ilimlerin ifade kabiliyeti yani çağdaş fizikte holograma kadar gelip dayandığı halde beşeri dillerin hâlâ esnek olmakla beraber çok yetersiz bir ifade kabiliyeti var diye de söylemiştim yani.
Numan hoca; arazi kadar yapsan sanki ne olacak
Şahin hoca; arazi kadar yapsan ne olacak
Numan hoca; gene arazi değil
Şahin hoca; gene arazi değil. Hologramını da yapamıyorsun yani dille bu mümkün değil çünkü. İşte o harita Hologramını yapar gibi yapıyor Tolstoy da o yüzden o kadar detaycı. O kadar fazla sıfat filan hepsini en ufak detayına kadar, yok sigarayı nasıl tutuyormuş, yok bilmem ne ya kardeşim tamam da bu kadar çok laf kalabalığı yaparsan konuyu anlatmaya zaman kalmaz başka bir yazar olsan. Şimdi, Dostoyevski’nin suç ve ceza da 50 sayfa Raskolnikov un psikoloji si. Tolstoy da dalga geçmiş ilk 50 sayfası yüz alan okuyunca zaten gerisi anlaşılıyor .ondan sonra, tamam da bu adamın 50 sayfada yaptığını bir de üstelik bu herif 5-6 satır da yapıyor. 5-6 satır yazması yetiyor bir insanın karakterini hem de okuyucu açısından çok tatminkar derecede kabul ettirmek için. Otoritesini kabul ettirmek te çok şey yani, çok veciz , mucizi lisan bir adam yani. Her neyse.
Numan hoca; personality var
Şahin hoca; personalite meselesi. Şimdi şeye kadar gelir, bizim Yansumas üstadımız ki , bu Yansumas biliyorsunuz hadi ondan bahsedeyim biraz biyografisinden sevdiğim bir adam. Sevilecek bir adam da değil ya. Güney Afrika mücadeleleri içinde, sonra ikinci dünya harbinde, bu bir harp kahramanı, General olduğu için bir türlü kan dökmüş bir adam aslında yani siyasetçi işte hiç sevmediğim tip . Fakat bu Oxford ta okurken derlermiş ki Oxford a bu kadar zeki bir adam Oxford’un tarihinde gelmedi derlermiş. Bilmiyorum Wikipedia da ki biyografisinde yazmışlar oradan biliyorum yani Yansumas i. Yani Oxford a gelmiş geçmiş en zeki adamlardan biri sayılıyor. Bu Tonybe de hatıralarını neşretmiş ben almadım hâlâ aklınızda olsun Tonybe hatıraları kitabından denk gelirse alın bir tane yani almadığıma pişman oldum. Orada küçücük bir kitap yani tanıdığı meşhur adamlardan bahsediyor. Birinde de Churchill le Yansumas işte ikinci dünya harbi sırasında bir İngiltere de bir konferansta buluşmuşlar diyor şimdi iki rakip karşı karşıya geldi, iki büyük dev diyor bende arada müşahit olarak dış işlerde görevli ya iki büyük devin böyle mukayesesini yaptım falan diyor. Şimdi Churchill konuştuğu vakit, son derece esprili ve biliyorsun Churchill bir İngiltere tarihi yazmış 4-5 ciltlik ve Nobel kazanmıştır yani büyük yazardır aynı zamanda. Nobel aldı Churchill. Ve hatta Prens– için naklediyorlardı mesela Prens — konuştuğu vakit İngiltere parlamentosunda muhalifleri bile dermiş ki keşke daha uzun konuşsa keşke konuşması hiç bitmese, ne kadar güzel konuşuyor, ne kadar anlamlı konuşuyor, ne kadar büyük adam ya tamam herkes böyle hayranlık içinde mest olmuş dinlemiş . Şimdi bu — and evolution okurken de ben öyle hissediyorum. Adamın kullandığı kelimelere bakıyorsun şimdi dil diye bir şey var yani aristokrasi diye bir şey var yani tamam mı. Bir kere o kelimeler evet insanlar anlar anlaşılmayacak hiç bir şey yok ama hepsi son derece seçkin yani bakıyorsun ki bu adamın muazzam bir kelime hazinesi var bir kere. Çok geniş, dile çok hakim, üslup fevkalade. Yani, aaa bu adam hakikaten fevkalade büyük , üslup sahibi , büyük bir şahsiyet telkin ediyor, dil telkin ediyor. Kullandığı sıfatlar, kelimeler, her neyse. Tamam mı? Otoritesini yani insanlar üzerinde ki otoritesini o kullandığı dille, hani derler ya üslubu beyan aileye insan. Şimdi adamın gerçekten fevkalade büyük bir zekâ olduğunu zaten kullandığı kelimelerden, kurduğu cümlelerden, söylediği laflardan hissediyorsun. Niye o tek kitabıyla, bir zamanda rektörlük falan da yapmış Güney Afrika’nın ilk üniversitelerinde. Niye o tek kitabıyla o kadar büyük bir şöhret yaptı ve 20. Yüzyılı o kadar çok etkiledi. Bu adam devamlı savaşan, bilmem ne, siyaset yapan bir adam aksiyon adamı aslında. Hukuk okumuş Oxford da muhteşem bir dil tamam mı? Bu şimdi benzetmek caizse eh bizim Fuzulinin de kullandığı bir dil var, Süleyman Çelebinin de kullandığı bir dil var, çağdaşlarında kullandığı bir dil var. Yani şimdi bizim Süleyman Çelebi ye nazire yazacağım diye Necip Fazıl budalası “Ömer Müslüman oldu, dağlar duman oldu, gezdim bağlar “yazdı. Şimdi bu dille Süleyman Çelebinin kullandığı dil aynı mı? ? “Kim ne halidir ne mali olma ha “ falan diye başlıyor. Şimdi bu dille o dağlar duman oldu Ömer Müslüman oldu aynı seviyede telakki edilebilir mi? Biri çocukça öyle değil mi? Aynı şey işte. Asalet, aristokrasi, zeka her şey kendini gösteriyor orada. Hatta bizim şey bana dedi ki, Ahmet hadi dilde girdik zikredelim de benim adım geçmiş diye sevinsin. Rusçayı ana dilim seviyesine çıkaracağım dedi. Ana dil seviyesi yetmez kardeşim dedim. Ya ana dilinden üstün nasıl olacak dedi. Biliyorsun dedim, Tolstoy’un ——-okursan.

  1. HAFTA KISIM 6

Sonra bu maddeden hayat ikinci büyük adım. Hayat ortaya çıkıyor, biyoloji ortaya çıkıyor en sonunda şuur ortaya çıkıyor, insan seviyesinde çünkü bakteri başka insan başka yani tamam o da hayat bu hayatta hayvan başka insan başka değiş mi? bitki başka insan başka. Yani en yüksek seviyede insan bir noktadan sonra o şuur eğer kendi dilinin, kendi algılarının, kendi indoktriasyonunun, hatta kendi karakterinin DNA’sından gelen karakterinin mesela benim bir türlü aşamadığım obsesyonlarım var ya böyle aşırı ürkek bir şey kaydettim mi istediğim gibi olmuyor asla, konuşurken de ama kendi kendine sohbet ederken daha tabi değil mi? veya kendi kendine şarkı söylerken şimdi bak bu konuşmaları İngilizce yapmak gönlümden geçiyordu zaten müsveddelerini hep İngilizce yazmışım biliyorsun Ahmet başlattı bu işe ama İngilizce devam edemedik. Niye İngilizce sen de biliyorsun İngilizce pekâlâ İngilizce konuşabilirdin. Ben daha evvel İngilizce felsefesi dersleri verdiğim, tartıştığım baki benim, elimden gelmediğinden değil orada tereddüdümde olmaz. Ama içinde yaşamadığım zaman İngilizce bir muhitin veya orada çok fazla yoğunlaşmadığım zaman aklım Türkçeye gidiyor ve İngilizce kelimeleri hatırlamakta zorlanıyorum çok iyi bildiğim kelimeleri bile. hadi Yansumasın kullandığı gibi alelacele bugüne kadar hiç kullanmadığım kelimler değil yani en çok bilinen, en çok kullanılan kelimeleri bile temel kelimeleri bile hatırlayamamak olabiliyor, dil adaptasyonundan dolayı. Peki, bir o bir de hadi o zorlu zamanları aşarız, alışırız gerekirse arada kekeleriz önemli değil lakin bir numaralı sebep aşırı selfconsciousness olmam kardeşim ben bu kelimeleri çok kötü telaffuz ediyorum çoğunun telaffuzunu doğru dürüst bilmiyorum yani ayıptır böyle mi İngilizce konuşulur. Yani tamam anlam güzel, cümle düzgün falan da bu kadar kötü telaffuz bu kadar kötü aksan olur mu yani ee aksansız konuşmak zaten mümkün değil de benim ki biraz fazla kötü geliyor bana o yüzden de ya İngilizce niye konuşayım şimdi rezil olmanın âlemi ne gibi tamam mı?
Yücel Hoca; Hintlilerin biliyorsunuz ya Hintlilerin, Pakistanlıların İngilizce konuşması yani.
Şahin hoca; tamam da benim ki sanki biraz daha kötüymüş gibi geliyor bana.
Yücel Hoca; hayır hocam hiç alakası yok.
Şahin Hoca; ne bileyim ben velhasıl aşırı selfconscious olmaktan kendi hatalarına tahammül ede, zaten konuşmalarım da o yüzden, kendi yazdıklarımı da hiç beğenmiyorum hatalarımı gördüğüm için ve bu yüzden İngilizce konuşmadık. Şimdi niye İngilizce örneğini verdim de ne diyordum. Evet şuur yani dil meselesine getirdi bizi şimdi bu şuur kendi sınırlarını da, kendisini de farkında olabiliyor böyle mesela selfconscious olabiliyor. bende şu obsesyon var, şu yetersizlik duygusu var, aşağılık kompleksi var şu var bu var işte efendim benim sesim çirkin, ben kötü telaffuz ediyorum işte şöyle işte böyle, dolayışla bir şaiz utangaçlık geliyor ve içtinap ediyorsun yapabileceğini yapmakta. aslında sınırların var yani psikolojik sınırların var, obsesif sınırların var her neyse. Hatta böyle kendi psikolojisinden, kendi DNA’sından her neyse, kendi kimliğinden gelen sınırları da aşabilecek kadar bir şahsiyet geliştirebiliyor bir insan yani ben Müslümanlık kimliğini evet canım isterse namaz kılarım ama Müslümanlık kimliği üzerine çıkıp konuşabilirim Müslümanlık hakkında tuhaf yani o kadar fazlası yani biraz artık aşırı laubaliye giriyor. Yani olmaz cevazda verilmez ona değil mi? ama öyle yani bu seviyeye gelen insanın bu şahsiyet, Yahudilerde farklı bir dille söylüyorlar yani herkesin ruhu yoktur, o da kazanılan bir şey. soul başka ruh başka falan diyor ayırıyor adam. nefs diyor, birinde diyor yaşam birinde diyor rua anladın mı? Yani aslında farklı dillerle bazen benzer anlatılan şeyler oluyor, çeşitli yazarlar tarafından. Herkesin kendi üslubu var tabi bu üslup otoritesini ne kadar kabul ettiriyorsa o kadar. Şimdi burada şahsiyetin özelliklerinden biri de bir kere uniqe olması, yani bir kediyle öbür kedi arasında hiçbir fark yok ama Numan’la Şahin tamamen farklı dünyalar. Müşterekler var nedir kültürel — işte doğmuştur ikisi de Müslüman bir cemiyette doğmuştur, ikisi de Türk anadiliyle doğmuş, ikisi de aynı tarih aynı millete mensup falan filan say bir sürü özellik bu özellikleri sayıp yine de bir kere Türkçe konuşan Türkçe düşünen insanlar sen istesen de istemesen de seninle benim düşüncelerim arasında her ne kadar ideoloji olarak %100 taban tabana zıt bile olsa dünya mesela sen ateistsin veya ben ateistim her şeye farklı bakıyoruz. ben komünistim diyelim sen İslamcısın neyse, ne olursan ol yani kimlik, şahsiyet olarak. Ne kadar farklı olursan ol aynı dili konuşmaktan dolayı aynı kavramlarla konuşmaktan dolayı düşüncelerinde benzerlik olacak bir noktaya kadar. Gerçi orada bile ayrı farkındaysanız bazıları yeni ve uyduruk Türkçe kullanalım, bazıları eski dilde ısrar edelim diye sağcılar biraz daha eski bir dil, solcular aşırı bir şekilde Türk Dil Kurumu’nun icra ettiği ne diyorlar uydurukça falan. Yani dilde kimliğin göstergelerinden biri halinde kullanıldı Türkiye de orada da ayrışma oldu farkındaysanız. Dile göre bir kimlik, adam senin konuştuğun kelimelerden sana bir kimlik tayin edebiliyor. Zaten der ya Hz. İsa konuş ki seni görebileyim, nasıl bir adam olduğunu anlayayım. Speak detail mesi diyor neyse işte canım konuş ki seni görebileyim. Konuşmanın üslubu beyanı deminde arz ettiğim gibi bu mesela şimdi Horizmind evolution’ı okurken üzerinizde bırakacağı etkiyle aynı şey, aynı fikirler, farklı bir üslupla farklı bir adam yazdığı takdirde velev ki cümleler arasında anlam bakımından, cümlelerin akışı bakımından hiç bir fark olmasa bile çok farklı bir intiba bırakabilir. Üslup farkı, üslup çok belirleyici sanatta, fikirde yani otoritesini telkin etmekte yani konuşuyor ama bu adam bilerek mi konuşuyor zaten onun bilerek konuşup konuşmadığı kelimeleri seçişinden ve kullanışından anlaşılıyor. Bazen fark ediyoruz bu adam nüfuz kelimesiyle nüfus kelimesini bile birbirine karıştırıyor ne biçim yazardır diyorsun yani değil mi? adam mesela şeyi çok karıştırıyor mahuf, mahsur yahu mahsur kuşatılmış demek, mahuf tehlikeli, zaralı demek. Sen niye bunları karıştırıyorsun çünkü bilmiyor adam yeteri kadar Türkçeyi öbürünü bilmiyor, kelimeliden birini bilmiyor öbürünü de duyduğu gibi “z” değil de “s” gibi gelmiş kulağına adamın öyle zannediyor, öyle alışmış. Hâlbuki ikisi tamamen farklı kelimeler ve ikisi de türkçe de var. o Türkçenin çok cahili olduğu için farklında değil o kelimelerin var olduğunun, çok sınırlı sayıda kelime bildiği için birini biliyor birini bilmiyor, birinin yerine öbürünü söylüyor. Anlarsın ki tamam bu adam konuşuyor da kardeşim şimdi bu adamın konuşmasından anlaşılıyor ki bu adam Türkçeye yeteri kadar hâkim değil bir kere. Adam yanlış kullanıyor ee şimdi nezaketen bir şey söylemezsin ama konuşmasına bakarak da değerlendirirsin insanları. Hatta kibarlık budalası falan gibi şeylerde var konuşma dersleri verirler, oturma kalkma bilmem ne falan sosyetenin böyle örnekleri de var yok değil. Şunu istersen düzeltelim de öyle devam edelim ( duvardaki bilim felsefesi afişi düşer)

  1. HAFTA KISIM 7

Dedikodu da gıybette var koltukta var efendim başka bir şey daha var olmayacak bir şey şimdi gelmedi aklıma Türkçede öyle söylenmez kardeşim falan diye aklıma takılmıştı. Çok güzel olmadı ama bazen
Yücel Hoca; şimdi aklıma şey geldi mesela Diyanetin Kur’an-ı Kerim’i şimdi bir tane şey var bende Diyanet’in Kur’an-ı Kerim’i bu ama Arapça metin değil sadece Türkçe meal böyle bir kitap basmışlar. Heyette de bir sürü şimdi hoca olan kişiler var. Yani metnin içeriği
Şahin Hoca; bir kere şunu söyleyeyim İlahiyatçıların hepsi son derece zayıftırlar mesleki olarak benim kanaatim o hemen söylemeden geçemeyeceğim.
Yücel hoca; işin teknik boyutunu bıraktım o giriş kısımlarında yani orada anladım yazımda mealin kendisinde sorun yok ama mesela referanslarda o anahtar sözcük listesi indekste inanılmaz kötü hatalar var. Bakın kötü diyorum özellikle hata yapılabilir de inanılmaz kötü hatalar var. Ya şunu demek istiyorum bizim kutsal metnimize tercümesinde bile ki büyük ihtimalle ona kimsenin bakmayacağının düşünmüşlerdir ama ben akademisyenim ben bakarım.
Şahin Hoca; bir de ben demin arz ettim. Arapçayı bir kere bende anlarım tamam da yani ben Arapçadan lisans tazminatı da alıyordum ayıptır söylemesi çok fevkalade bir Arapçam yok Arapça konuştuğum zaman tarzanca konuşurum ama Arapçayı da anlarım yani herkesten iyi anladığımı da iddia etmeyeceğim çok fevkalade bir Arapçam yok ama anlayışım yüksektir öyle bir fark var kültürel birikimden dolayı. şimdi bir kere Arapçayı onlar anlıyorlar mı hakikaten? Yoksa anladıklarını mı sanıyorlar. Bir kere Arapçanın perfect inperfectleri varmış diye de ben naklettim. Peki var mı biliyorlar mı? Farkındalar mı? Peki orada gerçekte inperfect bir mazi zaman geçtiyse sen onu mazi diye yazarsan doğru olacak mı?
Yücel hoca; Cübbeli Ahmet’e sormak lazım.
Şahin hoca; Cübbeli Ahmet’te hiçbir şey bilmez, cahil herifin teki. Cübbeli herif — Arapçası. yani Arapça bilmek Arapça bilmek anlamına gelmiyor.
Yücel Hoca; o daha iyi bir de, şeyinde söyledi onlar şey üzerinden alıyorlar ya
Şahin Hoca; belden Josun sözü geldi aklıma şimdi, lisaniyat tabi ilgili semantik bir bir dil hadisesi ama dil bilmek sadece konuşulanı anlamaktan ibaret değil. Onun kondetasyonları var, onun içinden geçtiği atmosfer var.
Yücel Hoca; biraz önce bunları zaten hepsini discrete ettiniz. Yani Hz. Peygamber zamanında konuşulan Arapça ile bugünkü aynı mı yani?
Şahin Hoca; ayrıca mesela ben muhitten bir söz nakledeyim şimdi geldi aklıma El Muhitte adam 4 tane edat örneği veriyordu ama valla bunları ben bilmiyorum. Yani Antakyalı Mehmet her kimse 40-50 sene belki 70 sene önce yaşamış bir adam. Bir semantik kitabı da var. Fıkhül– dediğim gibi iyi bir gramer yazmış. Bu işi Mehmet Antarki de böyle söylüyorsa ben kabul ederim yani. Onu Arapça çalışanlar genellikle El Muhitin, Minhaş diye kısaltılmış bir şeyi vardır grameri vardır o Minhaştan çalışırlar ama ben El Muhiti okumuştum Arapça imtihanına girmeden önce. Orada diyordu ki adam valla bunları ben bilmiyorum zaten eski gramercilerde bilmezi sibevey falan gibi eski nahivciler, eski meşhur dil âlimleri falan yani eski tarihten beri. Şimdi peki orada 4 tane kelime var benim bildiğim bu kelimelerin anlamı bilinmiyor. Yani sadece şimdikiler değil eski ortaçağdakiler de hiç kimse bilmiyor. Peki nasıl tercüme edeceksiniz bilinmeyeni?
Yücel hoca; sallayacaksınız
Numan Hoca; hayal gücünüze göre
Şahin hoca; yakıştıracaksın değil mi? iyi de yakıştırma yakıştırmadır, bilmek başka bir şeydir.
Yücel hoca; hatta Arapça ile ilgili şeyde söylenir yani Farabi’ye kadar. Aslında bu işi en ciddi ele alan adam Farabi Arapçayı bir dil olarak gramatik yapısı, Araplara Arapçayı öğreten adam diye de geçer yani. Şimdi ama Hz. peygamberle Farabi arasında ne kadar zaman oldu değil mi?
Şahin Hoca; çok uzun zaman var. Zaten bak ben o dil meselesini çok uzatmak istemiyorum ama madem açıldı söyleyeyim bir kere Arapça sadece bedeviler arasında konuşulan kitabi olmayan şiirlerin ezbere söylendiği evet yazıya da geçiriliyor, mualla kapısı falan var ama çok yazıtları var, yazı geleneği olmayan bir dildi ve çok az sayıda mesela okuma yazma bilen vardı Peygamberin zamanında o yüzden onlar vahiy katibi yapılmıştı falan derler — ve öyle gramer falan hak getire lisaniyat falan. Zaten ilamla gelişti birçok şey Arap kültüründe. gramer incelemelerinin başlanma sebebi de o Basra ve küfe nafhi yu. İki ekol yani bunlar Basra da biri, Küfe de biri büyük dil ekolleri. Hicri 1. asırdan sonra ve Kur’an-ı da anlayabilmek maksadıyla ve hatta bunlar acaba Kur’an da geçen bu kelime gerçekten ne anlama geliyor diye anlayabilmek için bedevi kabileler arasında dolaşıp şiir toplamışlardır, bu ezberlenmiş şiirlerden falan şiir derlemişlerdir ki şiirlerde bu kelimenin kullanılışına bakarak anlamını keşfedelim diye. Çünkü bedevilerin Arapçası daha sağlam, ayrı bir gelenek var. Yani bu Basralıların Kufelilerin Hicrilerin dolaşıp böyle şiir toplamalarının sebebi Kur’an’da geçen bazı kelimeleri daha hicri 1. asırdan bahsediyoruz problamatik yani o devirde bile anlayabilmek için hakkıyla anlayabilmek için yani bilerek yoksa dil şu herkes bir takım kelimeleri ya bende Türkçe okurken hala bilmediğim kelimelere rastladığım oluyor evet çok nadir ama oluyor yani. İngilizce de de çok nadirdir ama yansıması olurken çok çıkıyor tabi bilmediğim kelime yani o zaman sözlüğe bakıyorsun mecburen. Sözlükler falan yapmışlar Lisanül Arap, Arapların muhteşem sözlükleri vardır, dil çalışmaları da birçok milletten eskidir hicri 1. asır dediğin vakit 1300 yıl geriye gidiyor. 1300 sene evvel İngilizce yoktu, bugünkü İngilizce teşekkül etmemişti. Çünkü biraz Almancadan biraz şuradan buradan bozma bir dildir ya. Fransızca yoktu 1300 sene evvel, İspanyolca bilmem ne birçok dil yoktu. Latince bozmasıdır o diller yani Latincenin organize biçimleri Fransızca, İtalyanca, İspanyolca falan
Yücel Hoca; öncesinde de şey herhalde değil mi yerel diller konuşuluyor.
Şahin Hoca; yerel diller bunlar ama bunlar Latinceden bozma diller. İngilizcenin bile yarısı Latincedir yani
Yücel hoca, yerelle kaynaşarak ortaya çıkmış
Şahin hoca; he öyle şeyler yani. ee şimdi geçmişleri bak neredeyse ortaçağdan başlayan dil de var yani Fransızca falan gibi. Çokta yeni yani diller burada birçok dilden eski Araplarda lisan çalışmaları sebebi de Kur’an-ı Kerim, tarih çalışmaların da da eski oluşunun sebebi o peygamberin biyografisini yazacağım, insanlar peygamberi tanımak istiyor falan diye siyerler başlıyor falan. gazavatname de şurada burada değil mi? yani o İslam kültürünün yeşermesi esnasında oluşan şeyler bunlar ve demek oluyor ki el cümle o çok eski devirlerde bile problem fark edildiği için bu dil çalışmaları başladı zaten Arapçada derlemeler falan. Benzerini bizim Türk Dil Kurumu da yaptı yerel derleme sözlüğü var, Türkçenin derleme sözlüğü kaç cilt bilmem mahalli ağızdan
Yücel Hoca; aldım ben onu 8 cilt
Şahin hoca; niye derliyorsun yani şimdi mesela Azeriler kayz diyor kardeşim bu da Türkçe ama şimdi sen sonbahar diyorsun o kayz diyor hiçbir benzerlik yok tamam mı? ee bilmezsen nasıl anlayacaksın yerel dil. her neyse dilin hatta genetik mirasının muhtemeldir ki benim genetik olarak tevarüs ettiğim uniqe yapımın bile üzerimde kötü etkileri olduğunu hissederim ben. nitekim bende var öyle bir kompleks Numan’a daha evvel anlatmıştım yarısı merhum olmakla beraber, yok olmakla beraber tamam mı yani insan kendi sınırlarını da aşacak. Hatta genetik sınırlarını aşacak kadar yüksek bir şahsiyet geliştirebilir bu mümkün insan şuuru açısından çok nadir elbette çok büyük insanlar. O yüzden de büyük insanların biyografilerinin incelemektir asıl tarih, büyük insanlara dair bir personalite ilmi geliştirmek lazım diye bitirir hatta o hikmette bakışını. ee o zaman ne yapacağız kimi insanın hayatı detaylı olarak bilinir. Mesela Tolstoy’un hayatını detaylı olarak biliriz, biliyoruz da anlıyor muyuz o başka mesele ama biliriz yani ben mesela çok detaylı bilirim Tolstoy’un hayatını. ee şimdi yani adam zaten bir efsane de hakkında bir sürü biyografi yazılmış. Adam şimdi yaşamış ölmüş başarılı kendine göre roman sanatı açısından falan işte önemli bir mütefekkir falan diyebiliriz tarih filozofu diyebiliriz şu bu felan. Ama diğer vasfı aşırı derecede meşhur olduğu için bir de kendisinin de tabiatı öyle ailesi de öyle hepsi günlük tutuyorlar, hatıralarını yazıyorlar, oğlu yazıyor kızı yazıyor. kızı Aleksander’ın Tolstoyu var oğlu Sergei’in bir Tolstoy’u var babamın biyografisi var efendim — — o yzıyor bu yazıyor işte mesela şey yazmış — yazmış bir Tolstoy, birde romeorolant yazmış bunların ikisi de Fransız romancılar, ikisi de çok aşırı derece de mübalağalı derece de hayranlar Tolstoy’a gerçi Troyat dilin şeylerini küçümsüyor biraz daha şeyli anlaşılan karakterli bir adam bu Tolstoy’un yine fikirleriyle falan da dalga geçmeye çalışıyor elinden geldiği kadar yani o Tolstoy’un biyografisinde ama hacimli bir biyografisi var. ee şimdi öbür romeoroment daha farklı bir biyografi. bir sürü mektup, bir sürü hatıra okuyorsun okuyorsun yani Tolstoy hakkında belki de tarihte en fazla bilgi bulanan şahsiyet hakkında. Kendi hatıraları var 50 bin tane mektup var herifin tenekesinden çıkan kardeşim yani bir sürü biyografi 50-60 tane biyografi adamlar konuşulanları tenkit etmişler yazmışlar anladın mı? Bir sürü kendi yazdıkları, günlüğü bir de tuhaf bir adam kendi sahsi gelişmesini neyi yapmasını neyi yapmaması gerektiğini falanı filanı oturur yazar çocukluğundan beri. mesela gençliğinde yazmış 15 günden daha sık gitmemek lazım geneleve bak şimdi yani o çocukluk cahillik devirlerinde tamam mı. günlük tutma geleneği var. bizimkisi zaten şifahi kültür bizde zaten olmaz da yazılı kültürü gelişkin milletlerde de yani İngilizlerde de mesela vardır ama bu kadar çok fazla hakkında yazılmış, bu kadar çok fazla bilgi ihtiva eden ben onu kendi eserleri var herşeyden evvel yani bir romancı olduğum için tabiatıyla bir romancı yazdığı romana kendi ruhundan çok fazla şey katar o yüzden tanımak şeyi var yani bazı karakterlerin kendisi olduğunu veya kendisine benzer yönleri olduğunu biliyoruz. mesela şimdi Harp ve Sulh deki Pier ile Tolstoy un bir çok müşterek yönleri vardır. Anna Karenne daki Levinle tolstoyun zaten Tolstoy’un adı Lev dir onu levin yapmıştır yani böyle çok gerek sanat açısından gerek biyografik bilgi açısından, gerek doküman açısından çok fazla bilgi bulabileceğimiz bir tip o. bazen de insan tabi sevdiği insanlar hakkında bilgi bulursa o hoşuna gidiyor okumak, bazen de bizim Müslümanların yaptığı gibi bir sürü hadis’e müracat ediyoruz peygamber ne yapmış, nasıl yapmış falan siyer kitapları fala. gerçi bana sorduğun zaman peygamber hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmediği Kur’an-ı Kerim’de yazılanların dışındaki yazılanların öyle çokta güvenilir olmadığı kanaatini hemen patavatsızca serdedelim. Ama tabi insanlarda ya bir şey de bilinmiyor demek hoş değil kimse İslam tarihi hakkındaki rivayetlerin sadece rivayet seviyesinde olduğunu, yazılı tarih kaynağı bile sayılamayacağını tartışmak istemiyor. Batılların da içine giriyor, o ortaçağın o ilk çağların iptidai bedevilerin halleriyle dalga geçmek için iyi bir fırsat falan bunlar böyle naklediyorlar bunu böyle kabul ederiz diyerekten bizimkiler zaten farkında değil tarih losyonu olmadığı için
Yücel Hoca; ama onların geleneği çok önemli hocam. Avrupalılar ortaya çıkmamışken İslam dünyasında güçlü bir —
Şahin hoca; ama daha eski bir tarihçilik var. Daha eski bir nakil geleneği var fakat tarih şuuru yeni gerçekten ve tarih gerçekten ancak 19. asırda acaba bir müspet ilime benzetebilir miyiz gayretleri var Almanların bilhassa L– falan tamam ama ben kendi kanaatimi hemen söyleyeyim bu işin tafsilatına girmeyeceğim her ne kadar bu bahse gelmiş olsak da yani artık tarih ve tarih felsefesini sonra konuşuruz demiştik ama çok uzuyor. zaten daha evvel defalarca yazdım, söyledim, konuştum bu konularla kötü konuşmalarda olsa yani tarih felsefesi hakkında bu Kolinkvud veya diğer tarihçiler, kolinkvud kendi de bir tarih filozofu farklı bir tarzı var tabi meşhur tarih filozoflarından biri efendim tarih felsefesinin negatif yönleri hakkında söylediği her şeye iştirak ediyorum ve hakikaten de bu tarih filozoflarının aşırı naif davrandıkları kanaatindeyim. Yani sanki biliniyormuş da bu hadiseler bunlara dayanarak bunu söyleyeceğiz işte batı medeniyetini inceleyeceğiz. Yahu sen hadisenin genel hatlarını bırak detaylarını bile bilmiyorsun yani o detayların hepsinin tartışmalı olduğu tarihçiler arasında maruftur ve zimmi olarak bir tarihçi der ki tamam ben böyle diyorum da bu böyle olmayabilir pekâlâ başkaları da başka şeyler söylediler bu konuda değil mi? onların da farkındadır alanın uzmanı. Alanın uzmanı olmayınca herhalde böyle söyler işte mesela bilmem ne efendim yanlış hatırlamıyorsam Halit Demircioğlu bir adam varmış, işte Roma tarihi yazmış ben Roma tarihini görmedim o konu da Halit Demircioğlu isminde bile emin değilim şimdi yani okumaya da niyetim yok ayrıca. öyle uydurma tarihçileri—–şeyleri de . kaldı ki büyük klasikleri bile böyle roma tarihini falan da okumadım yani işte Ciceronun hizmetçisinin o devrin Roma’sı hakkında M.. çok daha fazla bilgili olduğu gerçeğini de zaten ifade etmişlerdir tarihçiler. Yani biz tarih olarak ne biliyoruz zaten bunları çok konuştuk bizim elimizde bir takım malumat kırıntıları var bunlara dayanarak geçmiş hakkında kafamızdan bir şeyler tasavvur etmeye çalışıyoruz aslında müspet bir bilgi yoktur, tartışılmayan bir bilgide yoktur. Binaenaleyh olmayan bir bilgiye dayanarak yapılan bir tarih felsefesinden ne hâsıl olacaktır suali çıkar gayet tabi olarak o yüzden de bazı tarihçilerin tarih felsefesini isikiyaki olarak küçümsemeleri gayet yerinde. Bir de ayrıca tarih hakikaten münferit olan üzerinde ısrar eder özel hadisedir hepsi tamam belli bir zamanda belli bir yerde olur. Şimdi biz fatih hakkında ne biliyoruz sanki fatih İstanbullu fethetmişti fatih kim yahu ben hiçbir şey bilmiyorum hakkında. Tarihte bilenenler kadarını bende biliyorum ama o bilgi değil ki. Mesela BabürName’nin Babür’ünü okumak kadar yakın bir bilgi verir mi? bir intiba verir mi fatih hakkındaki bilgilerimiz mümkün değil. Veya Tolstoy hakkında bildiğim kadar bir şey biliyor muyuz? Yani demin benzer yönleri sebebiyle de Hz. Muhammed hakkında da bir şey bilmiyoruz ama işte biliyoruz gibi davranıyoruz dedim. Bilgisizlik hoş değil tabi hoş görmüyor insan zekâsı onu ama zaten onun başka sebepleri de var elbette. Adam F.—- Hristiyanlık nedir kitabında derdi ki bu İncil evacenis ne diyorlar, İncil kelimesi tebşirat manasına gelir müjdelemek manasına gelir. evacenislerin yani o İncil yazarlarının maksadı Hz. İsa hakkında tarihi malumat vermek veya bir tarihi gerçeği anlatmak falan değildi. Adamların maksadı insanları etkilemek ve Hristiyanlığı benimsemeleri için teşvik etmekti. Ona göre üslup tercih ettiler elbette diyor değil mi? Kur’an böyle bir şey değil tabi başkaları tarafından böyle rahatça İsa biyografisi diye yazılmış bir kitap olmadığı için benzemiyor yani o bakımdan. Şeyde öyle derler ama Tevrat’ın gnesis bölümü falan işte az çok şeydir falan veya efendim işte Zebun zerre ya işte efendim Süleyman’ın meseleleri, Davut yazdıkları. Bende hatta bir şiirimde sana şiirimde şeyh Galib’e nazire olsun diye esrarlı mezamirden aldım çaldımsa da Mirim Ali çaldım demiştim.

  1. HAFTA KISIM 8

Sen çalmazsan ben daha büyük yerden çalarım diye. Yani şimdi eh işte böyle eğleniyorum ne yapalım. Fakat dilin telkin ettikleri indoktrinasyon yani dilin mantığı, kategorizasyonu, zamanı bile kategorize ediyor dil. farklı farklı kategorileri İngilizce de bazılarına göre iki tane zaman vardır, bazılarına göre 15 tane zaman vardır, bazılarına göre sayısı belirsizdir, bazılarına göre sadece 5 tanedir. Gramerciden gramerciye değişir yine bakışı değişik adamın iyi mi? ben mesela Amerika’ya gittiğimde orada T– rahmetli Lisan kursu ayarladı bana bedava onların teypleri var gramer kitabının aynı zamanda dinliyorsun okurken falan kaset o zaman henüz Amerika 80 yılı. o yüzden onun gramer kitabına çalışıyordum intensive course in english, İngilizce de işte yoğun kurs falan anlamına. Oradan önce buradayken gitmeden önce bir sene önce Getting All English diye böyle plaklar olan orta seviyede İngilizce bilenler için 13-14 tane küçük küçük plağı vardı koyar dinler onlarla çalışırdım. Getting All English başka bir İngilizce başka bir zamanlar teorisi çünkü o İngilizlerin BBC. Öbürü intensive course in english başka bir şey anlatıyordu. Sonra İngilizce imtihanına girerken şimdi hala durur evde o kitaplar zannederim. Başka bir takım hacimli İngilizce gramer kitapları okudum. Orada ki işte ifadeyi naklediyorum şimdi kimine göre iki tanedir sadece kimine göre 15 tanedir değişir gramerciye göre diye. Hatta ben tabi P— tutta bilmem kime kadar bir sürü semantik dersi dinlemişimdir yani lisaniyat üzerine bildiğin lengüistik kursları dinlemişimdir hala duru evde benim şeylerde. gerçi Afif kurtaramadı onları ama zaten onları bizim Ahmet’te download etmişti, onun hard disklerinde var. çok detay semantik ve lengüistik bilgileri 40 tane ders adamın dil dersi veriyor Amerikan Üniversitesi’nde İngilizce dersi zenci. Şimdi bizim yaptığımız gibi ama tabi güzel anlatıyor adam konuya hakim çok detay veriyor falan. Çokta güzel anlatır zevkli yani. Şimdi böyle baktığın zaman kardeşim aslında biz yani sıradan insanlar ve entelektüeller hatta dil profesörleri dahi farkında değildir ama K– beri adet oldu zaten semantik önemsenen bir şey oldu. Semantik gerçekten önemli yani ve semntik olmadan dil hakkında ciddi bir fikir pekte teşekkül etmez gibi geliyor bana. şimdi Konzipsinin fikirlerine dönecek olursak şöyle tarif eder hatta açın vikipediada Konzipsin maddesine bakın mesela orada bile kısaca bilgi vardır ki sende fotokopisi de var galiba ben vermiştim. konzip diye baksan görürsün insan nörolojik bakımdan kendi nörolojik yapısı bakımından, beyninin yapısı bakımından algının sınırları var bir kere beyaz ışıktan başkasını göremiyorsun, bütün ışık çeşitlerine hassas değil gözün, bütün frekansları duyamıyorsun yani mevcut olan her şeyi gördüğünü vehmediyorsun tabiatın gereği ama mevcut olan her şeyi görmüyorsun. Belli sınırlar içinde fizyolojik sınırlar içinde nörofizyoloji hangi sınırlar içinde hassasiyeti varsa o kadarını görüyorsun bir kere gerçekliğin ve o göremediğin kısmı da yok farz ediyorsun kolayca ama öyle değil işte bilim diye bir şey var. Şimdi bizzat gece görüş dürbünlerimiz var değil mi? güneydoğu Anadolu da kullanıyorlar Kürtlere karşı helikopterler, çünkü geceleyin de hareket etse adam görüyorlar sıcak vücut kırmızı görünüyor, her taraf karanlık ama orada kırmızı hareket eden bir şey var bakınca görüyorlar. çünkü sıcaklığı hissediyor ınfrared var ultrared var öyle değil mi? yani daha uzun dalgası var kısa dalgası var. var oğlu var. bir kere nörofizyolojik sınırlarımız var gerçekliği bilmek konusunda sonra dilin sınırları var. öyle çok hassas sadece haritadır kardeşim siz ne zannediyorsun diyor. intensiyonel oryantasyondan bile bahsediyoruz değil mi bu şeyde unuttuk öyleye ben bir ara dedikodusu olmuştu intensiyonel oryantasyon olur ya intensiyonel diye bir kelime yoktur diye dangalağın biri tabi semantik bilmediği için İngilizce doçenti olmasına rağmen intensiyonel kelimesini de bilmiyor. onu mantıkçı bilir, semantikçi bilir o nereden bilecek intensiyonel kelimesini o zannediyor intentional, üstelik intentionalla intensiyon arasındaki farklar hala netleştirilebilmiş değil insanlığın kafasında öyle bir şeyde var yani bir işin o tarafı var. Kimisi intensiyonel kastıyla intentional der kimisi öbürü falan çok büyük farklar olmasına rağmen yani o da tartışılabilecek bir konu o intensiyonel bahisleri çokta içinden çıkamayız şimdi bu teferruata girersek falan diye ihmal ettik. İnşallah üzerinden gideceğiz o da sınırlıyor, dilde sınırlıyor. bir de indoktrinasyon var şimdi ben size gönderdim hatırlıyorsun işte bir monarşist bakış açısıyla kainatı bir molak gibi idare eden bir tanrı anlayışı, bakış açısı öyle bir inancın telkin ettikleriyle yani semintik dinlerin telkin ettikleri bir rüya algısıyla Taoizm’in, Budizm in falan tamamen farklı şeylerdir. Yani kültürel indoktrinasyonu algıların seçiciliğinde an azından şöyle bir belirleyici olduğu çok aşikârdır. neye önem vereceğiz neye önem vermeyeceğiz. mesela şu ahlakidir veya değildir neye göre kardeşim Müslümanlığa göre veya Budizm’e göre veya Taoizm’e göre tamam mı bunlar çok farklı şeyler. Mantık farklı yahu adam paradoks mantığı kullanıyor, I sick like Buda — keep by thing bu da bir çocuk şiiridir, yazarlık kompozisyonu derslerinden birinde okumuştum ama yani şey Japonlar—-. ben burada sakin sakin oturuyorum fakat sivrisinekler ısırmaya devam ediyor. Şimdi yani arkadaş adam diyor ki zaten onların şeyleri vardır neydi onun adını Japon şiirinin bir küçük üç satırlar hayiko kısacık kısacık hayikular vardır sonra o hayikular hareketle durdunluk arasındaki farkları çok fazla örnek diye paradoks olarak veririler yani. bir statik olan var bir dinamik olan var gerçekten de yani. dinamik olan daha çok zamanla ilgili gibi görünüyor her ne kadar klasik fiziğin dinamiği de saat örneğine benzerse de şimdiki öyle değil. Şimdi adam diyor ki kardeşim öyle her ak ve kara gibi çok net belli değildir Aristo’nun mantığında olduğu gibi, değişir zamanla diyor. Benim de benzer bir sözüm var malum mekânda vacip olan zamanda mümkün olur. Yani eğer siz uzay çerçevesinde tartışıyorsanız meseleleri zamanı bu tarafa bırakarak, gerçekten orada hadiseler hem materyalist karakterdedir, vaciptir olması kaçınılmazdır. Orada gerçekten Aristo mantığı işler yani şu nesneyi bu bardağın yerine koyamam kardeşim niçin? bu mekan dolu bak mani oluyor. Ben bu kül tablasını bu bardağın işgal ettiği mekâna koymak istediğim vakit altındaki bardak ona mani oluyor, masaya temas etmesine değil mi? bu kaçınılmaz burada mantık yürüttüğün zaman mekân çerçevesinde kalarak ve zamanı yok sayarak mantık yürüttüğün zaman bir kere orada her şey belirlidir. Hatta eğer zaman farz ediyorsan statiktir de yani değişmezdir de dolayısıyla anlaşılabilirdir. Değişen şeyler anlaşılamaz diyordu o yüzden Eflatun, o yüzden idealara temayül ediyordu. o da Amerika’da o idea lafı da tartışmalı daha evvelce de kısaca işaret etmiştim ayrı ama. Yani mekân da gerçekten zaruri ölçülebilir, hesaplanabilir ve de deterministçe gerekli, zaruri hatta şey diyorlar filozoflar safşın and necesarry reason burada gerekli ve yeterli şartlar vardır hadiseleri anlamak için diyeyim. Burada efendim belirleyici faktörler aşikârdır yani çünkü zaten insan duyular arasında en önemlisi bence dokunma ama görmeyi de bir ölçüde o biçimlendiriyor belki görmeyi öğrenirken fakat görme çok baskın biliyorsun. Ona tamamen mekânla ilgili mat zamanla ilgili bak şimdi Dostoyevski’yi okuyorsun 50 sayfa anlatıyor, ne anlatıyor kardeşim mekanla ilgili bu hadise Petersburg’da da cereyan edebilir. Petersburg’da cere
yan ediyor evet ama Güney Afrika’da da cereyan etmiş olabilir pekâlâ. Nitekim Akira Kurasawa bir Japon versiyonunu yaptı Budala’sının bende seyrettim Akira Kurasawa’nın Budala filmini nasıl yapmış diye. Yani bu Japonya’da da cereyan etmiş olabilir pekâlâ, başka bir yerde de. bu insan ruhuyla ilgili hiç cemiyetle falan çok fazla ilgisi yok Dostoyevski’nin. Öbür adamın ki öyle değil şimdi ama işin içine zaman girdiği vakit adama diyorsun ki bugün böyle ama yarın değişebilir bu durum. Şimdi imkânsız olan şey o zaman pekâlâ mümkün hale gelebilir. Yani şu anda Türkiye’nin bir Suriye siyaseti var değil mi kendine göre saçma sapan bir siyaset gibi görünüyor iyi ama yarın şartlar değişebilir ve bambaşka bir istikamette o zaman pekâlâ da şimdi mümkün görülmeyen şey o zaman pekala mümkün olabilir, bir şeye dönüşebilir. bu tarih hakikaten olayların sürüklediği ve irticalen oynan bir drant Kolinkvud’un tasviriyle söylersem. yani peki o zaman biz şuradan başladık bilginin çeşitlerine baktık, hangisine ne kadar itibar etmek gerekir falan filan dedik arkasından geldik işte oryantasyon, şimdi gelecekle ilgili konuşacağız diyoruz ve tabiatıyla da şuur çerçevesinde konuşacağız diyoruz. Peki o zaman bizim gelecekle ilgili projeksiyonumuz ne olabilir? o noktaya gelmiş oluyoruz değil mi? vizyonumuz ne olabilir? Tabi onu en son konuşmamız lazım ama şimdi de laf oraya geldi. İyi de kardeşim nasıl bir oryantasyonla ve nasıl bir projeksiyonla eğer sen şuur bahsi çerçevesinde konuşursan meseleye işte geliyor tıpkı Holism and Evolution Yansımasın tartıştığı gibi şahsiyet meselesine. Bu şahsiyet meselesi de insan ruhu ve onun özellikleri şuuru vasıfları bunun belirleyici yönü. Şimdi mesela ben bazen derim ki kardeşim bir Tolstoy bütün Rus milletinden daha değerlidir işte o kadar. şahsiyet farklı bir şey hadi şey için söyleyeyim de çok net olsun. Mesela Muhammed gelmiş geçmiş bütün Müslümanlardan daha değerlidir işte o kadar. yahu bu böyle olmayabilir falan dersen aa bu herif normal Müslüman gibi düşünmüyor diye de telakki edilebilir öyle değil mi? şimdi kim itiraz edecek bu lafa bak demin ki söylediğim şey bir fert cemiyetin tamamından daha değerleri olabilir, mübalağalı göründüğü için Tolstoy örneği de size Tolstoy’un büyüklüğü hakkında ciddi bir fikir veremediğim farkındayım, itiraz edebilirsiniz ama şimdi kendi kültüründen konuşunca itiraz edemediniz bak. Muhammed, Mevlana’dan da İbni Arabi’den de Gazali’den de benden de senden de herkesten daha değerli kardeşim işte o kadar.
Yücel Hoca; hepimizin toplamından da değerli.
Şahin Hoca; hepimizin toplamından da değerli niye O Muhammed peygamber bitti. Peygamber için tartışamazsın en azından peygamberlerin cemiyetlerden üstün olduğunu çünkü zaten aslında farkında değiliz ama kültürler dini vizyondan doğuyor. bir inanç misyon, vizyon her nevi büyük çapta insanlık vizyonu da bir çeşit dindir bana göre. belki bazen din karikatürüdür ideolojilerden müşahede edildiği üzere ama yine de bir dindir yani kendi çapında bir dindir. Kemalizm bile bir dindir, efendim Nurculuk bile bir dindir yani kendi çapında. belki din karikatürüdür belki değildir aynı amam bazen zaten dinimizde dinin aslını da karikatür haline getirdik zamanın değişmesiyle dediğim gibi dalını kolunu budadık, budanmış ve böyle gayet pratik ihtiyaçlara hizmet eden sadece dünyevi maksatlara şamil bir din anlayışımız oluştu çok şükür buna ne kadar şükredebilirsek. Şimdi bir de tabi burada biliyorsunuz daha evvelde bahsettiğimiz işte şuurun kendisinin farklı çeşitleri var. bir tarih şuuru başka bir şey, bir hipnotik şuur başka bir şey işte telkine müsait şuur işte en iyi sen biliyorsun. Hipnoz azıcık insanı rahatlat güzel bir ses tonuyla azıcık kendine güvenerek telkinde bulun hemen herif senin kontrolüne giriyor. Der ki mesela eski yazarlık şeylerinden hatırlıyorum şimdi o roman teorisi kitaplarında bazen kocakarılar toplanırlar bir araya böyle tatlı talı güzel güzel sesler sohbet olsun diye. Sohbet ederler böyle işi birazcık ballandırarak güzelce şey yaptın mı bakıyorsun hemencecik sana da gönderdiğim örnekte var adam hatta bazen sadece bakarak hipnotize edebilenler bile var yani.
Yücel Hoca; Star Wars daki sahne aklıma geldi bu arada bende seyrettim de kızın askeri hipnotize etmesi
Şahin Hoca; aa onların ki tabi olağanüstü kabiliyetlere vakıf. fakat hipnoz alelade bir şey çok görülen bir şey bende bizzat ta gördüm Sivas’ta öğretmenken birisi bir hipnoz yaptı yanımda birini onu seyrettim adamın koluna iğne batırıyorsun acıyı hissetmiyor kolunu çekmiyor kardeşim, hipnotik tesirle acıyı hissetmeyecek bu kadar basit. adama Recep D.. hipnotize kitabını falan da okumuştum çünkü o yüzden merak ettim bu nasıl bir şey diye
Yücel Hoca; yeri gelmişken şeyi sorayım. Bir kişi hipnotize edildikten sonra çıkıp çıkmadığını bilebilir mi veya o şeyi var mı?
Numan Hoca; 3. izlemci diyorlar ona, öyle var. İlginç tarafı da o işte şuur bahislerine geliyor. yani hipnoz olup olmadığıyla ilgili kendi kendimizi izleyen bir göz daha var diyor.
Şahin Hoca; evet, bilerek telkini kabul ediyor. Mesela beni telkine hipnotize etmek biraz zordur çünkü pek telkine müsait değilim gibi geliyor.
Numan Hoca; obsesifler biraz zor hipnotize olur. paranoyitler zor olur.
Şahin Hoca; nemelazım kardeşim ben ne diye böyle bir şeye izin vereyim diye anladın mı? ?
Yücel Hoca; neyle karşılaşacağız bilmiyoruz.
Şahin Hoca; arkasından ne çıkacak. Yani hem telkine müsait insanlar farklı şuurun yapısı bakımından kimisi
Numan Hoca; böyle bir deney var yani hipnoz sırasında yarın telkin alan bir yandan hipnoza müşahit olan kendisinin olduğunu işte burada, hipnozun farklı farklı şuurdan farklı testi yapan kişiler üzerinde
Şahin Hoca; el hâsılı kemal farklı şuur hallerinde.
Numan Hoca; insanın kendi kendini hipnozla izleyen bir şuuru daha var.
Şahin Hoca; farklı şuur hallerine bir misal diye söylemiş oldum hipnozu hatta dahasını söyleyeyim ben kalp ameliyatı olurken İbrahim bey dedi ki sen dedi bizim konuştuklarımızı dinledin mi ameliyat sırasında senin aleyhinde neler söyledim neler. Nerden dinleyeyim ben narkozdaydım uyuyordum yok dedi bazı hastalar narkoza rağmen farkında olabiliyorlar konuşulanların, acıyı hissetmiyor ama konuşulanları dinliyor dedi bende öyle değilmiş demek ki dinlediysem de unuttum her ne dediyse adam. Ama yani ilaç tesiri altındaki — siteys of consciouness dedikleri yani değiştirilmiş nesede esrar vs. afyon neyse aklına ne gelirse alkol hatta sigara bile bir ölçüde değiştiriyor. Ben kendi stresimi obsesyonlarımı kullandığım için zor bırakıyorum.
Numan Hoca; şuur çok dağıtıyor konuyu
Şahin Hoca; hipnoz çok dağıtıyor. Farklı şuur biçimleri fazladır. Yani şuurumuzun sınırları varda farklı şuur biçimleri var. Bu farklı şuur biçimleri dışında ben başka bir şeyden daha bahsetmiş oldum maf of knowledge derken speculum mentis derken yani tarih şuuru başka bir şey, ilmi şuur başka bir şey, dini şuur başka bir şey, kozmik şuur başka bir şey efendim ne bileyim sanat başka bir şey ve ifade dilleri de farklı. belki aynı konuyu bile ele alsalar, şimdi mesela diyelim ki olabilir ki Napolyon’un Rusya seferiyle ilgili bir tarih kitabı okudunuz, onu okumak başka bir intiba verir aynı hadise hakkında, Tolstoy’un harp ve Sulh unü okumak bambaşka bir intiba verir çok açık öyle değil mi? izah gerektirmez hatta şunu da söyleyeyim tarih felsefesine yeni bir yaklaşım kitabına G.. yazmıştır işte 20 yıllarda tercüme etmişler, yazmıştı ki Napolyon hakkında tarihçiler o kadar birbirine zıt şeyler söylediler ki tıpkı Hz. İsa gibi Napolyon hakkında da 200 yıl sonra gelen tarihçiler Napolyon diye bir adam gerçekten yaşadı mı? Yoksa bu bir efsane mi herkes başka bir şey söylüyor hakkında falan diye tereddüt ederlerse hiç şaşmam diyordu. yani söyleyen de bir Fransız entelektüelidir efendim. yani bir o kitabını biliyorum birde Kitleler Psikolojisi Kitabını fakat bir de hoş bir kitabı vardı bu iyi bir misal olabilir Arap Civilization diye kalın ciltli bir kitap.

  1. HAFTA KISIM 9

Mimari eserlere daha çok, süsleme ve mimari yani plastik sanatlara dair bir eser Arap Civilization onunla ilgili örnekler çok. Biliyorsunuz bizim kapıların böyle Selçuklular da olsun diğer İslam kavimlerimde olsun kapıların üstünde şeyler vardır, mukarnaslar vardır bir mağaranın böyle içeri bir alandan dışarıya taşımak için o mimari bezemeler falan. Veya sütun başlıklarında Osmanlılar da çok olur. Bu tip böyle kapı, pencere süsleme neyse mimari eser falan resimleriyle dolu bir kitap ama bu resimlerin hiç biri fotoğraf değil. el çizimi çünkü fotoğraftan önce basılmış bir kitap. Fotoğrafın henüz gelişmediği veya özellikle öyle yapılmış. Fotoğraf yeni bir keşiftir ya 1900 lere doğru tam bilemiyorum tarihini. bu herif bu ne zaman yazmışsa Arap s. bizim Seyfettin Ö.. kütüphanesinde vardı epey bir karıştırmıştım. karıştırınca da dikkatimi şu çekmişti, demin ki verdiğimiz Sümbül efendi örneği gibi bir kere iyi bir ressam oturmuş detaylarıyla çizmiş o kapının resmini ama şimdi şöyle bir fark var bak o saat evet görüyoruz ama onun yanına bir gölge düşmüş güneş vuruyor çünkü büyük saatler zaten girintili çıkıntılı şekiller ya ——camilerin tavanları. Dolayışla bir — burasından bir güneş düşüyor burada gölge düşüyor fotoğrafta çeksen net çıkmıyor, görüntü oradaki gerçekliği tam olarak vermiyor. İster renkli fotoğraf çek ister bilmem ne hatta şu örneği vereyim bizim Niğde’de bir Ulu Cami vardı tepede Niğde kalesinde orada çalıştığım için orada giderdik cumaya o kapının mukarnasları öyle yapılmıştır ki öğlen saatlerinde güneş oraya düştüğü vakit orada örgülü bir kız resmi teşekkül eder. Güneş ve gölge değiştirebiliyor görüntüyü o tip şekillerde demek istiyorum. Şimdi bu herifin yaptığı yazdığı kitapta el çizimi olduğu için o güneşin tesirleri yok neyse o bütün detaylarıyla. bu detaylar belki fotoğraf kadar keskin değil ama iyi bir mimar ve ressamın elinden çıktığında baya fotoğraftan daha kaliteli olabiliyor. Mesela ben de vaktiyle mimari merakımdan dolayı Sedat Çetintaş’ın Musa devri mimari eserleri vardı iki cilt ben onları niye aldım çünkü bunun kalınlığında tahta kalınlığında kapak ve bu ebat bir kitap ve içinde özel cilt gibi bir şey var onun içine çizimler yerleştirmiş resim yokta. Orada mimari çizim var işta kapı şekli pencere şekli neyse işte tamam mı? Kitabın fiyatı da 12 lira yani o kitabın 120 lira olması lazım o kaliteye o baskıya o bilmem neye filana göre, ebata, hacmine göre ama 1930’lardan kalma kitap olduğu için Milli Eğitimde satıldığı için 12 liraya satılıyor tabi ben de gidip hemen alıyorum hem ucuz hem meraklı olduğum bir şey. bende görünce meşhur aa bu kadar ucuz kitap madem bizde alalım diye onlarda alıyorlar tabi. şimdi sonradan E.. abiye kitaplarımı satarken onu da satmıştım. şimdi mesela Sedat Çetintaş’ın oradaki mimari röleve çizimleri fotoğraftan çok çok daha esaslı bir şeydir. Hem bir sanat eseridir kendine göre hem de mesela Sedat Çetintaş’ın —,—-, sanat tarihinde bunların çizimleri hakikaten çok güzel çizimler ve hem bir sanat eseridir hem de fotoğraftan çok daha iyi, çok daha esaslı bir fikir verir. Fotoğraf kaybeder detayları oraya gölge düşer bilmem ne olur veya değiştirir hatta orada bir kız resmi çıkar bir de bakarsın örgülü mörgülü. Camiye gidiyorum örgülü falan camiye giriş kapısında karşına iyi mi Niğde Ulu Camiden yani çapkınlığa cevaz mı verelim bilmiyorum. Yani gözümüzün veya bütün duyularımızın sınırları olduğu gibi dilimizin de sınırları var. Şahsiyetimizin, kimliğimizin de koyduğu sınırlar var, indoktrinasyon var. mesela bazı adamlar diyor ki bu Müslümanlar nedir yani — adamlar, göbeğini kaşıyan adamlar limpenporoliti bilmem ne fala filan doğru mu?
Yücel Hoca; geri kafalılar
Şahin Hoca; bidon kafalı, göbeğini kaşıyan adam bilmem ne falan. Şimdi o bakış açısından öyle görünüyor. Biraz da gerçekten öyle ama öyle olduğu için de diyor ki adam kardeşim bu adam tam bizden diyor. Bizim Cumhurbaşkanını fevkalade seviyor değil mi Müslüman tabaka? çünkü tam bizim gibi bir adam diyor bak hâlbuki onlar gibi olmaktan çoktan çıktı da neyse artık bilmiyorum. Yani bakıyorsun insanların şahsiyeti değerlendirirken de kendine benzer olana temayül etme gibi bir problemi var. Hatta bunun bir de adı var sosyolojide zenofobi diyorlar, yabancı düşmanlığı. Şunu da söyler bizim Kolinkvud onu da yeri gelmişken söyleyeyim de içim de kalmasın yani işte bu tarihten bahsederken diyor ki bir de bu tarih felsefesinin böyle sosyoloji gibi, iktisat gibi, antropoloji gibi türevleri vardır adına sosyoloji dersin antropoloji dersin bilmem ne falan. Sen diyordun ya geçen gün antropologmuş da adam falan şimdi bak antropoloji meraklısı. Ben tabi onu anlatacaktım ama artık başka zaman veya belki gelecek seferde çokta gerekli değil atominen bahsi niye böyle olduğum karakterim falan, çokta gerekli değil zaten fakat tuhaf bir adam olduğum için her çeşit şey okurum. Birçok antropoloji kitabını okudum, tarih felsefesi ile meşgul olunca zaten biraz fazla çok yönlü oluyor insan ister istemez. Mesela N… Samua yerlilerini okumuşumdur, — patiyas of culture nı okumuşumdur. Ondan sonra onu Türkçeye de çevirdiler Kültür örüntüleri demişlerdir muhakkah her neyse. şipenkgerci bir antropolog M— M– talebesi efendim mesela K— artık nasıl telaffuz ediliyorsa dediğim gibi telaffuzum konusunda çok obsesyonum var. Mountain people ve Forest people kitapları var hala bende, öbürleri de belki vardır. bir antropolog ne yapar? Hadiselere ağaç gibi mi tasvir edeceğiz? senkronik mi tasvir edeceğiz? Diyakronik mi? senkronik tasvir zaten mümkün gözükmüyor ve kaotik oluyor ama tarih senkronik olaylardan mürekkep aslında. Peki, biz bunu diyakronik tasvir kalıplarına koyduğumuz vakit ne ölçüde başarılı olacağız? Acaba Harp ve Sulh gibi bir tasvir yapabilecek miyiz? Yapmak için elimizde bilgi yok zaten de o da ayrı bir bahis. Ondan başka teknik problemler var yani hangi sıralamayla, hangi münasebetleri kurarak hadiseler arasında çünkü tek tek hadiselerin atomları kaotik bir manzara. Bunlar arasında münasebetler kurmak lazım ki münasebetleri neye dayanarak kuruyorsun? Hangi münasebetler ne? ne cins münasebetler? Onlar tarihçiden tarihçiye çok fazla değişiyor. Bir tarihçinin önemli saydığını öbürü önemsiz sayabiliyor. Bir tarihçinin gerçek saydığını öbürü tamamen hayal mahsulü sayabiliyor. Bir tarihçiye göre Mevlana gelmiş geçmiş en büyük insanlardan biridir ve Kültürümüzün iftihar ettiği insanlardan biridir. Öteki tarihçiye göre ki o da profesör (benim arkadaşımdı) rezilin önde gidenidir ve de efendim Moğol ajanıdır zaten falandır filandır bilmem daha başka neler. Yani çok değişken hiçbir objektivite yok zaten bilgi nesnesi yok ortada

  1. HAFTA KISIM 1

Numan Hoca; hocam buyurunuz. Bilim Felsefesi Seminerleri toplantılarımızın sonuna yaklaştık, bugün son toplantımız. Vizyon, projeksiyon, time and mind ın ikinci kısmını dinlemek üzere toplanmış bulunmaktayız. Hüzünlüyüz tabi ki ama bizleri Lütfen aydınlatınız gene konuşmalarınızla.
Şahin Hoca; efendim bu sefer Latince besmeleyle başlayayım “innomine domini —-” bir tarihte böyle Dostoyevski’den — diye bir yazı tercüme etmiştim onun başına koymuştum onu, şimdi de aklıma geldi. Yani in nomine domine Tanrının adıyla demek, — Tanrılar gibi olacaksınız, tanrı gibi olacaksınız, iyi ve kötüyü bileceksiniz demek. Bu şeytanın Havva’yı ayartmak için cennette bilgi ağacının meyvesini yemeye ikna etmek için, kandırmak için söylediği söz. diyor ki bakın siz eğer bu bilgi ağacının meyvesini yerse Tanrı size bunu yasakladı ama bunu yerseniz tıpkı tanrı gibi olacaksınız. Artık iyi ve kötüyü bileceksiniz. Buradan hareketle şunu söylemek istiyorum ki b—- insan aklının iyi ve kötünün ne olduğunu bilmek konusunda aciz olduğu kanaatini ifade ederim. Yani bana göre insanın aklı ve muhakemesi, insan şuuru ve muhakemesi neyin güzel neyin çirkin olduğunu, estetik değer yargılarına ulaşmakta olsun ahlaki bakımdan neyin kötü neyin iyi olduğuna veya gerçeklik bakımından da neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremeyeceği, bunun ancak ilahi bir ilhamla mümkün olacağı kanaatini buradan ifade ederim. Gerçi Tevrat’ta ki bu hikayenin bize anlattığı üzere yani insanın cennetteki böyle yaşadığı o saf tabi varlık halinden bilgi sayesinde normal insan durumuna geçtiğini ve bu bilginin de onun laneti olduğunu cennetten kovulmasına sebep olduğunu ifade eden — ayetler bunlar elbette. Bu bakımdan bana anlamlı geliyor, zaten şimdiye kadar ki konuşmalarımızda gerek insan şuurunun gerek insan muhakemesinin, muhakeme aletlerinin sınırlarına daha çok işaret ettik. Tabi biz bu bilim felsefesi faaliyetine zaten öyle başladık, tarih felsefesine de öyle başladık hep. Yani egu sum qui sum diye benlik meselesinden başlayınca ister istemez bu bir tohumun filizlenip dal budak sarması, bir ağaca dönüşmesi gibi ister istemez meseleleri şuur perspektifi içinde değerlendirmeye yönlendirdi. öyle olunca da hatırlanacağı üzere birinci bölümde şuuru ve muhakemenin problemlerine biraz temas ettik, sonra bu şuur sayesinde dediğim gibi bu muhakeme ve şuurumuz insan aklı sayesinde dedik, bilgi çeşitlerinden bahsettik işte tarihtir, felsefedir, sanattır, ilimdir vesairedir diye ve oryantasyonumuz da bu bilgiye ve bu şuura göre tayin ettiğimize göre oryantasyonumuzun da belirleyicisi bunlar netice olarak insani halimizdir, insani şartlardır, içinde bulunduğumuz bilgi seviyesidir falan demiş olduk. Şimdi geldik bu oryantasyonun nihai hedefi olarak gelecekle ilgili bir takım esnopolasyonlar yapmaya, mevcut gidişata bakarak, tarih tecrübemize bakarak şuurumuzun bilgimizin telkin ettiklerine bakarak bir değerlendirme, bir gelecek vizyonu bahsine bunu tabi ruhi adı da zaten benim kendi tasavvuruma göre bu bilim felsefesi faaliyetlerine başlamadan evvel time and mind olacaktı yani zaman ve insan zekâsı, insan aklı, insan ruhu. o çok daha derin ve uzun bir bahis esasen halledilmesi de pek mümkün olmayan bir bahis bütün bu konuştuğumuz meseleler hepsinde uzmanların belki de kendi uzmanlık alanlarına layık bir veçhile tam manasıyla hakim olamamaktan kaynaklayan efendim bir noksanlığı var ve fark edemiyorlar bu uzmanlık alanlarındaki kusurları. Çünkü kendi uzmanlık alanına tam manasıyla hâkim olmayan bir insan o ilimdeki kusur da fark etmiyor. Şimdi adam konuşuyor ben din âlimiyim diyor, dini bilgiler efendim din, teoloji yapıyorum o çerçevede bakarım hadiseye öbürü ben sanatkârım sanatkâr olarak bakarım tamam ama çok yönlü alakalarının ve kültürlerinin zaafından mıdır yahut bir anlayış üslubu mudur bilemem uzun bahis netice olarak herkes farklı farklı bakış açıları farklı farklı varlık alanları olduğunun farkına varması gerekirdi ama bir türlü varılamıyor herkes kendi penceresinden bakıyor hadiseye hâlbuki başka pencerelerde var. Sanat başka bir varlık dünyası, tarih başka bir varlık dünyasında resim çiziyor. Tabiat ilimleri istersem ben başka bir şey resmediyorum alanı da başka bakış açısı da başka ona göre verdiği intibalarda ayrı, perspektifte de farklar var. Şimdi biz tabi daha evvel de bahsettiğimiz üzere insanlık olarak işte homosapiyens olarak tabiri marifetle 200 bin yıldır asgari bu yeryüzünde yaşıyoruz ve bu birikimin neticelerini dile getirmeye çalışıyoruz şu anda. Son devirlerde ki bütün bu gelişmeler insanlığın daha önceki tecrübelerine istinat ediyor, onun birikimine dayanıyor elbette. O tecrübelerin kimisi iyi kimisi kötü elbette sonuçlarının ama netice olarak biz tıpkı çocukken, büyürken de her insanın kaderinde yaşadığı gibi bir takım artifaklarla oyuncaklarla oynayarak başladık. Sonra anlamlandırmaya çalıştık etrafımızda olup biteni tıpkı çocuklukta da yaptığımız gibi insanlık olarak öncelikle bugün da hala yaşayan bazı animist, şintoist, şamanist geleneklerde olduğu gibi nesnelerin ruhuna inandık. Her şeyin ruhu var, bir benliği var, bir şahsiyeti var yahut bir arkasında kendine mahsus bir hususiyeti, bir ruhu var diye inandık. Böylece dünyayı anlamlandırmaya çalıştık, aslında bu nesnelerin cansız nesnelerinde canlı olduğuna inanma şeklinde başlayan ilk iptidai insan tasavvurları şuna matuftur onu far etmek lazım. Sebep hadiseler sebep atfetmek niçin bu taş böyle davranıyor? Niçin bu taş düşüyor? Veya Niçin bu kuş uçuyor? Niçin bu ağaç büyüyor? Biz arkasındaki ruha ağaç ruhuna, ırmak ruhuna vesaireye atfederek anlamlandırdık. Bu bir anlamlandırma gayretiydi insanlığın ve arkasındaki hadisenin ortada mevcut olan neticenin sebebi nedir onu izah etmede mümessildi kendi çapında dinler böyle başladı. Sonra medeniyetler sonra mütekâmil dilleri de görüyoruz, arkasından medeniyetin öyle şehir hayatının falan başlamasından sonra felsefenin de, ilmin de adımlar atmaya başladığını görüyoruz. Nihayet modern anlamda ki ilmin en fazla Galileo kadar geri götürülebileceğini görüyoruz o en yeni hadise bütün bu bakış açıları içinde, bilgi kaynakları içinde hayatı ve varlığı anlamlandırma gayretinde insan şuurunun, aklının en yeni olanı çünkü bir tür gerekiyor elbette ve bütün bu tecrübelerden sonrada nihayet ancak 19. asırda tarih şuuruna kadar gelebildiğimizi söylemiştik Kolinkvud üstadımızın bu konudaki fikrine iştirak ederek. netice-i kelam şimdi de tam o tarih şuurundan bahsediyoruz. tarih, zaman ve insan zekası, insan aklı nasıl bakabilir bu hadiselere şimdi bakıyoruz ki son 2-3 asırda batıda faustiyen bir kültür var, bütün yönelişi ilme, pozitivizme, kudrete, etrafındaki tabiata atfetmeye matuf bir yöneliş. Şipenkler üstadımızın tarifiyle faustiyen bir sosyal karakter batı dünyasında ortaya çıkıyor ve bunlar diyor ki biz bütün uzayı, bütün zamanı fethedeceğiz yayılacağız. Bu adeta zamana ve mekâna hükmetmek isteyen bütün büyük sonsuzlukları fethetmek isteyen bir ruh, çok muhteris bir ruh fakat aynı ölçüde de başarılı ve tahripkar bir ruh. bu Dostoyevski’nin Hürriyet problemlerini tartışırken, hürriyet insan şahsiyetinin vazgeçilmez başlangıcı elbette ama yani aslında hiç bir tahribi kabul etmez gerçek hürriyet her şeye karşıdır olmak isteyen insan ama bu hürriyetin tahripkar neticelerinden nasıl kurtulacağız problemine epeyce kafa yormuştu, romanlarında da bunu anlatmaya çalışmıştı. o tekno Dostoyevski de — makalesi bakımından enteresandır. Şimdi hatırlanacak olursa İncil’deki o fasıllardan o İsa yorumundan Dostoyevski’nin falan şeytan çölde İsa’yı ihya etmeye çalışırken sana dünyanın hükümdarlığını vereyim teklifini de yapar. kudret yani güç, iktidar.. Batı dünyasında ilim vasıtasıyla iktidar elde etme, ilim sayesinde etrafımızdaki değiştirme ve tabaata hükmetme temel bir karakter özelliği olarak
görülüyor bu faustiyen karakterde gerçekten ve son 3 asırdır da hakikaten bunda epeyce büyük mesafe kat ettiler. Anlaşılıyor ki Galileo’dan itibaren fark ettiğimiz bir şey dünya artık kâinatın merkezinde değil eski insanlara gör, eski insanlarda olduğu gibi diyeyim pardon. Eski zamanlarda dünya ve bütün kâinat neredeyse dünyadan ibaret dünyadan başka yerde efendim hayatta yok öyle yıldızlar falan hakkında da çok böyle fikirlerimiz yok. Gerçi insanoğlunun zekâsı da acayip ta Babil devrinden beri çok enteresan şeylere de dikkat etmiştir. Enteresan astronomik hesaplar, bugün bile içinden çıkılamayacak kadar esrarengiz görünen bazı şeyler gerçekleştirilmemiş değil eski devirlerde de. Lakin netice olarak biz dünyanın kâinatın merkezinde olmadığını insanında sanıldığı kadar önemli olmayabileceğini kâinatın ne kadar büyük olduğunu fark ettiğimiz zaman bu Galileo devrinden sonra biraz fark etmeye başladık. Arkasından evolüsyon diye bir şey geldi, bu sefer vallahi insanda sıradan bir canlı diğer hayvanlar gibi bir hayvan işte sadece biraz da gelişmiş o da evolüsyon sayesinde olmuş falan diye düşünmeye başladı bu batı dünyası. Şimdi o noktayı da geçtik biz eskiden yani insanlık olarak düşünüyoruz ve bu biz illa İslam dünyasına veya batı dünyasına nispet etmemeli zaten ben bütün insanlık çerçevesinde düşünmeye çalıştığım için nerede cereyan edildiği, vukua geldiği gerçekleştiği hadisenin çok önemli değil. İnsanlığın bir durumu diyelim bakıyorum ve netice olarak biz insanlık olarak önce kendi aklımızı geliştirdik sebepler üzerinde muhakeme etmeye başladık önce dini arkasından felsefesi, ilmi muhakeme tarzları falan sonra tabiatı da tasarruf etmeye, hükmetmeye başladık. Zaten bu ilk andan itibaren başlıyor elbette yani insanlık taş baltayı yapmasıyla da başlıyordur tabiatı değiştirmeye başlaması ama esas olarak medeniyetin başlamasıyla yani toprağı ekip biçmek suretiyle veya hayvanları evcilleştirip sürüler halinde beslemek suretiyle yiyecek problemini, karnını doyurma, hayatını idame ettirme problemini uzunca bir süre için çözebilmeyi başardığı andan itibaren o zaman büyük çaplı sosyal organizasyonlarda mümkün oluyor. küçük küçük böyle pigmiler gibi 70-80 kişilik kabileler şeklinde yaşamak yerine büyük insan toplulukları bir araya gelebiliyor. Ona göre de değişmeler oluyor elbette ve o andan itibaren de zaten tabiatın mahsullerini insan ihtiyaçları istikametinde kullanmayı öğrendik gerek bitkileri ıslah ederek, gerek hayvanları ıslah ederek. Biliyorsunuz zamanın da genetik tecrübeler çok daha önceden o intelgrediitler var ya İngilizce de, Türkçesi nedir şimdi bilemeyeceğim
Numan Hoca; aşılama mı?
Şahin Hoca; bitkilerde aşılama yoluyla veya başka yollarla hayvanlarda da karşılıklı döllenme, çiftleştirme seçerek yani seçilen bitki veya hayvan özelliklerini birbirleriyle karşılıklı çiftleştirmek suretiyle müteakip döllerin istenen istikamette gelişmesini sağlamak şeklinde. Genetik müdahaleyi taa medeniyetin başladığı günden beri yapıyoruz, bugün yediğimiz buğday ilk iptidai buğday değildir yani veya arpa onlar çok gelişmiş ilkel bir seçili özellikleri, şeylerde öyle hayvanlarda öyle. Yani evcil hayvanları kastediyorum elbette yani beslenen sürüler halinde veya evde beslenen hayvanlar netice olarak genetik müdahale o zamanlardan başlar zaten fakat zamanımızda geldiği noktayı konuşacağız elbette neden? biz tabiatı da değiştirmeye aslında çok daha eskiden başladık ama bilhassa ilmin gelişmesi ve de müdahalesiyle, ilmin verdiği imkanlarla çok büyük ölçüde değişiklikler gerçekleştirmeye başladık son bir kaç asırda tabiat üzerinde. eski devirlerde ziraat cemiyetlerinde insanlar gene tabiata yakın varlıklardır, gene tabii yaratıklardı. Diğer hayvanlardan elbette gene farklı bir kültürü var dili var, farklı farklı özellikleri var ama aradaki uçurum bu kadar büyük değildi, sonradan bütün tabiatı değiştirecek, dünyayı kendi istediğimiz şekilde biçimlendirecek noktaya kadar geldik ama bu biçimlendirmeyi yaparken dünyayı yani istisal vasıtaları bakımından kullanmak, teknoloji bakımından kullanmak, bundan istifade etmek iyi güzel de bu arada dünya üzerinde çok büyük tahribat da yaptığımızı son zamanlarda net bir şekilde idrak etmeye başladık. sanayi devriminden sonra oluşan şey bu. Şimdi geldiğimiz noktada ise aşağı yukarı 80’li yıllardan beri şimdi önce uzak yıldızlara bakmışız, yeryüzüne bakmışız bir şeyler anlamışız sonra bunları değiştirmeye başlamışız uzaya açılan bir neslin evlatlarıyız yani ve yeryüzünü de çok fazla değiştirdik gerçekten bu faaliyetlerimizle. Bunu çok kötü de bir tahribat olarak da görmek mümkün bazı açılardan bakınca fakat geldiğimiz noktada, bir noktadan sonra fizikteki efendim son asırlarda meydana gelen gelişmelerden sonra arkasından genetikteki gelişmeler arkasından bilgisayar teknolojisi şu bu derken bir noktadan sonra insan şuurunun ehemmiyetini fark etmeye başladık. Yani 80’li yıllardan sonra 70’li yıllardan sonra başlıyor en erken çünkü — falan devreye giriyor. O –psikolojinin falan artık modası geçiyor çünkü artık beyin içi görülebilen, kontrol olabilen bir şey haline geliyor vs. gibi sebeplerle fakat aslında gökyüzü ve yeryüzü hakkında ki bilgimizin bir noktaya ulaşmasından sonra kendi iç âlemimize döndük ve şimdi kendimizi değiştirmeye başladık. Önce tabiatı değiştiriyorduk, şimdi artık insanı değiştiriyoruz problem orada şu anda geldiğimiz nokta da insan kendisini yeni baştan değiştirme noktasına geldi. Bunun adına genetik müdahale dersiniz, trans hümanizm dersiniz, şu dersiniz bu dersiniz singularity dersiniz tamam bir sürü isimlendirme var zaten de sayısızda belgesel var youtube da bir kısmını paylaşıyoruz zaman zaman. Düşünebiliyor musunuz yani son izlediğim bu ilim adamlarının konuşmalarından birinde doktorun biri diyor ki valla ben yaptım işte bir annenin mitokondria DNA’sını aldım öbür annenin yumurtasını da aldım ee bunun ki sakat bunda istemediğimiz özellikler var, bunda istediğimiz özellikler var diye önce annenin şeyini klonladım onun mitokondriasını ona koydum onun kini iptal ettim sonra da bir erkeğin spermiyle birleştirdim. Oldu mu sana üç ebeveyni bir çocuk iki anneden ve bir babadan genetik mirası, hücrenin bir kısmı bir anneden mitokondria seçilmiş anneden, spermden gelen DNA’lar. Yani artık insanın klonlandığı ve hatta anne-baba, ebeveyn insan nesli falan gibi şeylerinde şüpheli hale geldiği bir zamanda yaşıyoruz. Bu şeyi zaten paylaşmıştım, bununla ilgili uzun uzun konuşmaları hatırlayacaksınız. Orada bir takım etik profesörleri, tabipler diyorlar kardeşim sen bunu yapıyorsun ama bunun uzun vadeli neticelerini biliyor musun? Şu anda zaten yani gerek klonlama yoluyla gerek genetik müdahaleler yoluyla bundan da önce zaten eskiden beri yaptığımız bir şeyde bu inter– dediğimiz hadise farkında olmadan yaptığımız bir şey. Önce kültürler aracılığıyla onu biraz sonra izah edeyim şimdi laf karışmasın. Daha sonra bilerek genetik müdahaleler yaptığımız bazı şeyler var ki mesela pek çok yiyeceğin genetiğini değiştirmiş bulunuyoruz, protein yapısını değiştirmiş bulunuyoruz ve bunları tüketiyoruz halen. Şu anda bizim tükettiğimiz canlılardan biri biliyorsunuz canlılarda diğer canlıları tüketerek hayatta kalıyorlar. Ancak mikroplar bakteriler seviyesinde minerallere kadar gidebiliriz ondan sonra artık bir canlı öbür canlıyı tüketerek, sonuç olarak yediğimiz bitki de canlı, hayvanda canlı ve şu anda yediğimiz mısır normal bir mısır değil artık. Mesela Amerika’daki şu anda üretilen mısırın %40’ı artık genetiği değiştirilmiş bir mısır. Peki, bu mısırın mısır olarak mı tüketildiğini zannediyorsunuz sadece bundan şekerde imal ediliyor ve şekerin katıldığı pek çok yiyecek var yani her hangi bir süpermarkette genetiğine müdahale edilmemiş, protein yapısı değişmemiş gıda bulmak neredeyse zor hale geldi. Hatta Türkiye gibi bu bakımdan çok daha gerideki ülkelerde bile yani netice olarak mısırdan şeker üretiyor herif ve şekeri de her yerde kullanıyor bütün gıda maddelerinde. Binaenaleyh genetiği değiştirilmiş bir moleküler yapısı değiştirilmiş bir yiyecek tüketiyorsun, protein tüketiyorsunuz. Tamam, ama bunun sizin kendi bünyenizde nihai olarak ne gibi tesirlere yol açacağını biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Adam diyor ki valla diyor ben temel moleküler teknolojiyle uğraşıyorum bir molekülün içinde bir tane atomu bile değiştirmek, bir atom eklemek veya çıkarmak o molekülün bütün davranış tarzını değiştirebilir. Mesela Grafiti de karbondur elmasta karbondur ama bu atomların kendi içinde birbirleriyle nasıl bir konbiden dolayı girdiyi tayin ediyor elmas gibi mi, yoksa grafiti gibi mi bir sonuç vereceğine, davranacağına. Sonuç olarak biz öyle bir noktadayız ki normal moleküler teknolojiyle atomların sıralanışını bile düzenlemek hatta moleküler bir takım yeni suni maddeler icat etmek durumundayız. Yani benim kimyacılara eskiden bakıyordum, kimyacılar yeteri kadar araştırmıyor, yeni maddeler icat edilebilir ve insanlığın istifadesine arz edilebilir falan gibi. Şimdi bakın örümceğin ağı, ipeği yani ipek böceğininki gibi onunda bir ağı var, örümcek ağı çok sağlam çelikten daha sağlam şimdi bazı protein yapılar da, moleküler yapılarda çok sağlam olabiliyor. Mesela işte şu kadar karbon bu kadar hidrojen bu kadar bilmem azot bir araya geliyor bir molekül teşkil ediyor ama o molekülün teşkil ediliş biçiminden veya içinde bulunan atomun durumundan pozisyonundan dolayı azıcık bir farklılık bile aynı kimyevi formüle bağlı olmakla beraber tamamen farklı hususiyetler gösteren bambaşka bir madde şeklinde tezahür edebiliyor. biz bunlarla artık oynayabildiğimize göre atomlar seviyesinde bunlardan istediğimiz tutarda maddeler de üretebiliriz anlamı da çıkıyor tabi. Bu bakımdan zaten kimye çok büyük faaliyet içinde ve çok fazla şey başardı insanoğlu bu noktada yani sanayi üretimi kimya üretimi anlamında ama bana yine de hep yetersiz görünmüştür. Son zamanlarda artık bu geldi tek tek atomların bile pozisyonunu bile belirleyebilecek kadar nanomoleküler seviyede müdahale noktasına ve bununla yapılan üretime kadar geldi. İşin bir de genetik yönü var, mesela adam diyor ki bu örümceğin ağını ben örümcek fabrikası kurupta ağını
toplayacak değilim ben bunu imal etmek istiyorum peki ne yapayım. Örümcekleri keçiye aşılayayım keçinin sütünden örümcek ağını elde edelim ve bunu öğretelim başardı yani bu şu anada var olan bir şeyden bahsediyoruz. Örümcek geniyle keçi genlerini birleştirmesi hatta daha ileri noktalarda çok daha teferruatlı konuşmamız gerekir bunları ama bir kısmının zaten teferruatını hatırlayamayacağım, okumuş olsam bile. Yani kime — insan ve hayvan karışımından bahsediyoruz bugün, insan genlerini alıyor hayvan genleriyle karıştırıyor. Doğrudan hayvanların genlerinden değil bahsettiğimiz şey mesela domuzla insan genini karıştırıyor veya başka bir maymunla. Niçin yapıyor bunu işte anlattıklarına göre adam diyor Martin Ford ‘un içinde bu zannediyorum, Martin Ford ilgili paylaştığım şeyde anlatıyordu bunu galiba veya başka biri adam diyor ki ben kanser ilacı keşfedeceğim büyük bir ilaç firmasıyım kanseri çözmek istiyorum, güzel. Kanseri çözebilmek için ilaç denemeleri yapmak lazım tabi şu ilacı geliştirdik, genetik veya değil bu ilacı geliştirdik iyi ama tabi gelişmiş ülkelerde Amerika’da falan. Mesela Amerika’da f– vardır ulusal sağlık kontrol mekanizması yüzlerce binlerce deney yapmanız gerekir, ispatlamanız gerekir, yıllarca uğraşmanız gerekir bu ilacın ilaç olarak kullanılabilmesi ve imal edilebilmesi için onun onayını alamazsınız tasdik etmez bu ilacı yani bu güvenilir olmadıkça. Şimdi insanlar üzerinde dene yapmakta çok zor olduğu için yani canlı insan üzerinde etkileri tartışmalı ilaçları denemek pekte kolay olmadı için bütün bu zaman alıcı büyük bürokrasiyi aşabilmek için bende normal insan üzerinde denemem genetik mirasında insan genleri bulunan insan-hayvan karışımı üzerinde denerim. İnsan genleri üzerindeki etkisini ölçerim sonuçta da işte bulduğum zaman bu ilacı buldum, denedim işte insan genleri üzerinde de tesirlerini ölçtüm falan diye ortaya çıkarım. Yani sonuç olarak ben niçin yani tabi burada trilyonlar dönüyor, yani çok büyük servetlere imkânlar, teknolojiler falan söz konusu ve tabi adam diyor ki ben işte bu ilacı keşfedersem şunu kazanırım, şu kadar yatırım yaptım bilmem ne yani şimdi ben orasıyla uğraşamam fertle mertle en iyisi ben bunu madem insan üzerinde denemeden bilemeyeceğim, insan üzerinde de deneyemiyorum. o halde insanla hayvanı karıştırayım ve insan genleri üzerindeki etkisini bu insan-hayvan karışımı — deneyerek öğreneyim. Ondan sonra da başarılı olursam ilacı piyasaya sürerim. İnsanlığın geldiği noktayı anlatabiliyor muyuz? Yani Frankenstein filmi vardı malum, ilk bilim kurgu filmlerinden. Adam bir canavar yaratıyor, bu canavar canlanınca da işte Frankestein filmi oluyordu. Şimdi biz kendi elimizle tabiatta daha önce mevcut olmayan canavarlar yaratıyoruz. İnsanı da yeni baştan şekillendiriyoruz hatta artık tabiatı değiştirmek değil kendimizi değiştirme o noktaya geldi iş. Peki, bunun sonuçları hakkında bir ciddi fikrimiz var mı? tabi yatıyla biz bu gelişmelerin çok dışında olduğumuz için bizim ülkemizde tartışılmaz ama batı dünyasında gerek bilgisayarcılar, gerek genetikçiler hatta bilgisayarcılar ile genetikçiler arasında baya ciddi bir mücadele vardır. Gerek bu tehlikeli teknolojilerle uğraşan insanlar arasında gerek bu işleri yapanlar deneyenler var ama bunun etik taraflarını, hukuki taraflarının tartışan bir sürü uzman da var ve çok geniş ve yaygın tartışmalar var bununla ilgili. Tabi biz dışında olduğumuz için pekte farkında değiliz. Adam diyor ki mesela sen robot teknolojisini geliştiriyorsun, işte bu insanların bir kısmının işsiz kalmasına sebep olacak. İşsiz kalan insanlar daha çok vasıfsız insanlar olacak. Ekonomik neticeleri olacak şu bu tartışıyor uzun uzadıya inceliyor tartışıyor. Tabi çünkü onun meselesi şu anda ama bizim henüz öyle bir meselemiz olmadığı için zaten çok sathi bir dünya görüşü var bizim milletin o alanlara girmiyoruz. Tartışmıyoruz da elbette. Şimdi tabi daha çok İngilizce kaynaklara dayanarak onların tartıştıkları şeyleri inceleyince ister istemez bunların da farkın varıyorsunuz eğer Türkçenin sınırları içinde kalmıyorsanız. o zaman modern dünyada bunlar oluyor kardeşim peki ama nereye gidiyor bu gelişmeler şimdi biz bir şuur sahibi ve hatta bir şahsiyet sahibi bir insanız. Bizim bir şahsiyetimiz var, bir şuurumuz var bir de insani tecrübemiz, ilmimiz, irfanımız neyse bir birikimimiz var, müktesebatımız var. ve bu müktesebatıyla birlikte dünyada tarih boyunca olup biten hadisat var bunun gittiği istikamete ve bugün aldığı şekle bakmak ve bunun hakkında imali fikretmek durumundayız.zaten tarih felsefesi demek insanlığın kaderi üzerine de düşünmek demek geldiği ve gittiği istikamet hakkında. Yani bunun içine geçmişten ziyade gelecek girer tarih felsefesi olunca, tarih başka tarih felsefesi başka çünkü. Bir alman tarihçi şimdi Almanca ifadeyi hatırlayamayacağım bilmediğim için Almanca nakletmiştim bir yerlerde ama bir tarihçi geçmişe bakıp geleceğe dair kehanette bulanan bir kâhindir. Geçmişe bakıp geleceğe dair konuşan bir insandır filan diye söylemişti tarih felsefesi — tarih için. Yani tarih felsefesi zaten böyle bir şey insanlığın oryantasyonu ve geleceği hakkında düşünmek, bilim felsefesi de sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Zaten benim tarih felsefesi bilim felsefesine dönüştü daha evvelde arz ettiğim üzere bu şuur tohumundan başlayarak hadiseyi ele aldığımız için. Şimdi de netice olarak yine bu ego sum qui sum çıkmanın, oradan stand pointi öyle başlamanın, perspektifi öyle tayin etmenin, oryantasyonu öyle tayin etmenin neticesi olarak gene insan şuurunun ve şahsiyetinin gelecekte alacağı şekil üzerinde ağırlıkta durmaya icbar ediyor bizi bu şuur bahisleri. Biz aslında ne yapıyoruz insanlık olarak valla Mevlana’nın bir benzetmesi var, işte pazarda katır efendim beklerken bevletmiş– idrar boşaltmış neyse işemiş orada bir idrar birikintisi oluşmuş, o birikintinin üzerine de tabi pazar yeri eski zamanlar saman çöpleri yüzüyor, bir sinekte gelmiş o saman çöpünün birinin üzerine konmuş, tabi idrar akıyor ya bu da o akıntıyla birlikte saman sürükleniyor zerinde sinekte samanla birlikte artık idrarın aktığı istikamette gidiyor. Fakat kendisini büyük bir dereye ——–gemisinin kaptanı olarak hayal edebiliyor. İnsanlıkta böyle aslında fırtınalı bir okyanusta kaptanı da pusulası da saati de başka bir dümeni de olmadan fırtınaya kapılmış gittikçe de hızlanan bir gemi içinde bir meçhul istikamet doğru sürükleniyor, şu andaki vaziyetimiz budur yani orada bir gelişme oluyor, burada bir gelişme oluyor, o gelişme öteki gelişmeyi tetikliyor, bu onuınla birleşiyor orada bambaşka bir şey zuhur ediyor derken tuhaf tuhaf hadiseler. tuhaf tuhaf eski devirlerde asla tasavvur edemeyeceğimiz imkânlar ve tehlikeler zuhur etmeye başladı teknolojik açıdan, ilmi açıdan, şuur açısından. Şimdi bunlar bir istikamet gidiyor ama hangi istikamete gidiyor, bu gemiyi yönlendiren bir kaptan yok. Yani diyelim ki tek bir dünya devleti var onun tepesinde Hazar İmparatoru Şahin Uçar oturuyor, şu şöyle olsun bu şu istikamet gitsin, şöyle organize olsun efendim şöyle kombine olsun öyle bir şey yok. Herhangi bir şekilde yöneten bir irade yok. Yani fırtınalı bir denizde meçhul bir istikamette sürüklenen bir gemi neyse ama ne dümeni var, ne pusulası var, ne kaptanı var, ne gittiği istikamet belli. yahu sen bu genetiği değiştirilmiş gıdayı tüketiyorsun ama bunun insan organizması üzerinde neticelerini biliyor musun. şimdi ben hatırlatacağım bazı şeyleri mesela deli dana hastalığı vardı bir zamanlar çünkü İngiltere de danalara hayvani gıda yediriyorlardı çabuk üresin diye. Hayvani proteinler hayvanlar
da deli dana hastalığı yaptı derken deli dana hastalığı insanlara sirayet etti epeyce karantinalar falan bundan 15-20 yıl belki daha önce hatırlıyorum o deli dana konusunu, sizde hatırlıyorsunuz gerçi. Yani biz bunların bazılarının korkunç tesirlerini de görmedik değil genetiğiyle oynanış gıdaların başka zorlamaların şu anda tükettiğimiz hayvani ve ya nebati gıdaların neredeyse çoğunluğu gayritabii adam diyor ki bakın ben diyor işte bu trans genetikle ilgilenmeye başlamış olsun uzun uzun konuşuyor ya paylaştım seninle, ben diyor trans genetik ilgilenmeye başladım falan sonra işte bu işler böyle olur mu artık — şu oluyor bu oluyor. Şimdi ben kendi muhafazakâr bir Hristiyan sayıyorum halen yani o bakımdan bana insanın bu davranışı garip geliyor. Yahu Tanrı cinsleri karışmayacak şekilde yarattı, cinsler arasında karşılıklı döllenme olmuyor, farklı türler farklı türlerle çiftleşemiyor. Çünkü genetik mirasları farklı uyumsuzluk oluyor. Mesela maymunla insan çiftleşince bir yarı maymun yarı insan olmuyor veya efendim domuzla bilmem efendim başka bir şey çiftleşince başka bir şey olmuyor. Vardı her halde Tanrının bir bildiği, bir hikmeti bunlar eğer tehlikesiz olsaydı, zararsız olsaydı yani bu farklı genetik mirasların birbiri içinde karşılıklı döllenmesi mümkün olsaydı bundan doğacak çeşitlilik ne gibi mahsuller arz ederdi biz bilemiyoruz ama her halde bir hikmeti var ki bunlar asla birbirleriyle döllenmiyor hadi Hristiyanlığı bir tarafa bırakalım evolüsyonist olalım. evolüsyonist bakış açısından da baktığın vakit bakıyorsun ki başından beri gerçi bunun çok istisnai halleri yok değil bu konuşmanın fikrinin, dediğim gibi farklı türler arasında döllenmeler veya tek cinsli çok istisnai halleri yok değil. Bitkiler âleminde olsun hayvanlar âleminde olsun ben bazı örnekleri bilmiyor değilim ama umumi şeyi değiştirmez. O kadar teferruatına girmeyelim. Yani bu farklı cinsler arasındaki döllenme niçin evolüsyon ile gelişti bütün bu şeyler hayvanlar bitkiler zamanla efendim pekâlâ interbreeding şeklinde karşılıklı döllenmeye farklı çeşitlerde ortaya çıkabilirdi yani tabiatta buna izin vermemiş. Hadi tanrıyı bırakın bir tarafa ben Hristiyan olduğum için öyle diyorum ama tabiatın düzeni bu şimdi siz tutuyorsunuz farklı hayvanları birbirleriyle genetiğini karıştırıyorsunuz. Hatta insanla hayvanı karıştırıyorsunuz. Niye ben ilaç denemesi yapacağım, kanser ilacı yapacağım. Demin arz ettim de bunu Yücel’de geldi diye tekrar edeyim önemli bir şey çünkü ben ilaç firması olarak kanser ilacını keşfetmek istiyorum insanlar üzerinde deneme yapmakta çok uzun vadeli ve çok büyük iş olduğu için, fert izin vermediği için şöyle olduğu için böyle olduğu için netice olarak bende insan-hayvan genlerini karıştırırım kimera diyorlarmış ona ve bu insan-hayvan genlerinden mürekkep yeni canlı üzerinde denerim bu ilacı muvaffak olursam da insan genleri üzerindeki etkisini buradan ölçmüş olurum. binaenaleyh kanser ilacını da bulurum çıkarım yani sonuçta ortaya filan gibi hesaplarla yani bir takım tuhaf gelişmelerin zorlamasıyla hatta bazen böyle denemelerde oluyor yani işte iki tane anneden mitokondria seçiliyor bir baba iki anne yok efendim hayvanla insanı karıştırayım, yok efendim örümceğin ağını elde edeceğim diye keçiye örümcek geni aşıla bilmem ne şimdi siz durmadan farklı cinsleri hatta hepsini birden genetik mirasıyla oynuyorsunuz. Çinlilerin muazzam genetik laboratuvarları var daha dün akşam seyrettim youtube de yine adam diyor ki ben diyor artık genleriyle oynayacağım. Mesela insanın IQ sünü yüksek yapan şey nedir gençte bir çocuk yani 17 yaşında bir kursa tabi tutmuşlar o işin başına getirmişler. —— insan IQ’sünün kimi insanlarda daha yüksek oluşunun sebebi nedir, IQ yüksek çocukları topluyorlar, imtihan ediyorlar sonuçta onların kanlarını test ediyorlar nedir acaba bunların kimyası
Yücel Hoca; etik problemleri de olmadığı için.
Şahin Hoca; şimdi o söylediğin çok doğru, şu anlamda hem doğru hem yanlış etik problemleri yoktur diyemeyiz her kültürün kendi farklı etiği var. ha bizim kültürümüze göre etik problemleri yok. Şimdi Hristiyan veya semintik dinlere göre işte işin içinde tanrı var insan var etik var aile var o var bu var. Bir sürü farklı özellikleri var.
Numan Hoca; şintoiste göre yok (mu) hiç
Şahin Hoca; Çinlilerin öyle bir derdi yok Japonların da yok çünkü adam zaten şintoist yahut Budist yahut konfüçyanist yahut taoist her neyse yani onun semintik dinlerdeki fazla bir ahlak anlayışı yok. Öyle bir tanrı anlayışları yok.
Yücel Hoca; etik ve ahlak ayrımını yaparaktan böyle bir şey söyledim
Şahin Hoca; tabi ben şunu söyleyeyim o noktada tenkitlere tenkit isimli yazımda demiştim ki ahlak tartışmaları boş tartışmadır çünkü her kültüre göre değişir rölatif bir şeydir, estetikte öyledir hatta pedagoji de öyledir. Çünkü her kültür kendi istediği istikamette beyin yıkama ve adam yetiştirmek ister. Yani bütün insanlığın kabul edeceği müşterek bir pedagojiden de ahlaktan da, estetikten bahsedilemez, geriye bir tek epistemoloji kalıyor orada da zaten bir şey bilmediğimizi biliyoruz ? yani o tenkidi tenkitle alay etmek biçiminde — şöyle sıfıra — etmiştim. Yine de ben felsefe bilmenin —- çünkü aksi takdirde kendi söylediğimiz sözleri çok aşırı ciddiye alabilir öyle her söz o kadar da zannedildiği kadar muteber değildir. Her türlü saf iane fikri ciddi zanneden insanlar çoğunluktadır, felsefeciler hiç olmazsa birçok şeyin şüpheli olduğunun farkındadır ve bilirler falan diyerekten felsefenin yani kendi söylediklerimiz safiyetle kendimizi de inandırmayalım falan diye illüzyonundan bahsetmiştim yani
Yücel Hoca; belki şunu söyleyebiliriz, felsefe kanaatleri derecelendirmesini sağlar en azından
Şahin Hoca; en azından her sözü öyle göründüğü kadar da sağlam olmadığını efendim fark edersiniz felsefe ile meşgul olunca. Şimdi öbürleri mesela ilim adamları fazla naif oluyorlar. Bir kere ilim adamlarının muhayyerleri aslında tabi muhayyerleri zayıftır. Çünkü sanatkârlarda olur muhayyer dediğin şey ilim adamının muhayyeresin den ne olacak kardeşim diyeceksin de fakat bu ilim adamlarında muhayyer bazen çok geniş oluyor. İşte efendim yok kara gitsin, kara madde, yok kara enerji dün akşam gene tartışıyorlardı aşağı yukarı her söyledikleri de yanlıştı. İkisi de ciddi fizikçi yani biri saçma uydurma biri de bilmem ne bir profesör. Yahu kardeşim yani işin felsefi tarafından tabi pek haberdar olamayabiliyorlar, fazlaca geniş muhayyedeleri var böyle yok bir takım matematik denklemlerden yok efendim bir takım gözlemlerden hareketle olmadık, tuhaf çıkarımlar yapıyorlar kâinat hakkında, kâinatın başlangıcı hakkında, zaman hakkında mekân hakkında bunlar aslında hiçbiri felsefi bakımdan kabul edilebilir mantıklı şeyler değil. Çok basittir yani sadece observetion ve confirmation dayanan bir takım basit şuurun hallerini bu ölçüde gerçekçi zannetmek fazla safiyetli felsefeci açısından ama tabi insan şuuru zaten daha evvelde konuştuk bunu işte gördüğüne göre, tecrübesine göre hüküm veriyor elbette. Başka bilgi kaynaklarımızda var ama onunla ilgili olmayabiliyor her insan. İlim adamı da tabi bir insandır elbette müşahedesine tecrübesine istinaden fikir yürütecek ama orada fazlaca geniş mühayleyle böyle olmadık şeyleri sözüm ona — diye söyledikleri bakidir. O ayrı ve uzun bir tartışma bahsi biz gelelim sadede. şu an için biz aslında sadece batı medeniyetinin hüküm ferman olduğu onun zihniyetinin bütün dünyada hakim olduğu bir ilmin putlaştırıldığı her şeyden ziyade ilim adamları sınıfının muktedir bir rahipler kastı olan sözünün dinlendiği bir dünya atmosferinde yaşıyoruz gibi görünüyor bazen daha çok batı da böyle bu ama aslında ilim adamlarını da kimse kaile almıyor. Bakmayın siz politikacılar ilim adamlarını iktidar elde etmek için, güç elde etmek için ilmi faaliyetleri kontrol edebileceklerini zannediyorlar, bir ölçüde de muvaffak oluyorlar. İlim de zaten buna hizmet ediyor batı medeniyetinde dediğim gibi faustiyen karakterde zaten tabiata hükmetmek istiyor. Tamam, tabiata hükmettin orada uzaya gidecek kadar artık tek tek atomları kontrol edip, yönlendirip bir kaç atomdan mürekkep moleküller yönlendirip onlardan makinalar yapacak, nanomoleküler işlemler yapabilecek seviyeye kadar da geldin tamam tabiatı bu ölçüde kontrol ediyorsun muazzam değişiklikler getirebilir. Ben bazı hayal ettiğim şeyleri söylesem şaşarsınız mesela farz edin ki nanomoleküler karbondan, bir kaç karbonat olunca ne geliyor bilmem ne falan, nanomoleküler bir elbise giyiyorsunuz başka elbise de giy…

9.HAFTA KISIM 2
Tuhaf şeyler hayal etmek mümkün bu gelişmelere bakarak şimdi biz maalesef şeytanın bu ilk girişte bahsettiğim bilgi ağacının meyvesini yiyince Tanrı gibi olacaksınız dediği noktaya geldik, şeytanın en büyük ayartmalarından biri insanın Tanrı olabileceğini insanlara vehm ettirmesi. Bu hatta bazen mistik tarikatlar içine de nüfuz eder, dinlere de nüfuz eder, neyse adam demişti ki eğer siz şeytanı konuşturursanız size mukaddes kitaptan kendisin haklı çıkartacak sayısız ayet bile gösterebilir yani şeytan da akıllı. Diyelim şimdi şeytan demiş ki tanrı gibi olacaksınız değil mi? başta öyle demiştik iyi ve kötüyü bileceksiniz tanrı gibi olacaksınız bilgi ağacının meyvesini yerseniz. Tamam, tabiata hükmettik tamam da şimdi kendimizi de değiştiriyoruz. Yetmedi kendimiz tanrı olmak istiyoruz, biz tanrı olacağız diyor adam açıkça.
Yücel Hoca: tabiatı kontrol altına almak istiyor.
Şahin Hoca; hayır tabiatı kontrol altına almaktan bahsetmiyoruz artık insanı değiştiriyorsun. Tabiatı değiştirmeyi geçtik, bunun adı bazen singularity oluyor, bazen trans hümanity oluyor, bazen başka bir şey oluyor ama o noktadayız yani genetik müdahale var. Suni zekâ çalışmaları var. Bu maddeye yapılan olağanüstü müdahaleler var, bunun getirebilecekleri yani kolaylıklar müdahalenin kendi var. Ve başka birçok gelişme var ki insanlığın önümüzdeki 30-40 yıl içinde nereye gideceğini Allah bilir ama hesaplara göre işte biz en fazla 2030’da falan suni zekâyı bayağı bir noktaya getiririz. Zaten suni zekâ işin içine girip de bir kere gerçekleşince ex machina basit bir şeye dönüşüyor. Filmini seyrettiniz ex machina bir örnek olsun diye. Onun için işte şeyini seyrettiniz blaed runır beraber mi seyrettik. Orada da doğrudan insan genleriyle oynayarak robot gücünde yaratıklarla savaşıyordu değil mi — hatta birine âşık olmuştu. O zaten insan, insan geninden mamul. Hadi suni zekâyı geçtim ama sen insan genleriyle uğraşarak kendi kafana göre bir insan inşa etmek istiyorsun ona göre insan nesilleri inşa etmek istiyorsun. Bu yeni bir fikirde değil size söyleleyim öşelik taa Eflatun’dan kalmadır, devletten başlar. Ve Hitler rejiminde pekâlâ tecrübelerini yapmıştı doktor — bir meşhur adamları. Ondan sonra ama bugün biz hakikaten bunu ciddi olarak ve laboratuvarlarda pekâlâ yapıyoruz. Şu anda bunlar artık tatbikat safhasında, tahanül safhasında değil ben onu arz etmek istiyorum. İşin bu noktaya geldiğini
Yücel Hoca; Çin’de de ne yapıldığını bilmiyoruz. Yani İngiltere de ne yapıldığını biliyoruz, Amerika’da ne yapıldığını %90 biliyoruz belki ama
Şahin Hoca; bazıları — gibi büyük şeyleri bile, onların yaptıkları o genetik şeyleri bile nispeten basit gördüklerimizi bile onlar için son bir kaç —— yapmışlar bir sürü bir şeyler. yani şimdi Alfred K.. bir lafıydı bu time — yani zamanı bağlamak, kültürleri kastediyor. İnsan önceki nesillerin tecrübelerini sonraki nesiller kültürler şeklinde aktarım, kültürel aktarım şeklinde zamanı bağlamak suretiyle işte kitaplara yazılan işte bilmem ne yaparak, — şu olur bu olur kütüphaneler yapar. Müteakip nesillere aktaran bir canlı. Bana öyle geliyor ki mevcut kültürler hangisi olduğunun çok önemi yok hepsine aynı gözle bakıyorum. Ve mevcut siyasi yapılar insanın bazı şeyleri gerçekleştirmesine engel olur. Ve belki de felaket sebebi olur şöyle ki yani biz bu mevcut kültürel donanımla, mevcut muhakeme tarzımızla, mevcut insani vasıflarımızla ve mevcut siyasi yapılarımızla gidersek muhtemelen bu 40-50 sene sonra gerçekleşebilmesi muhtemel olan dediğimiz sonuçlara hiç ulaşamadan zaten dünyayı da hatta belki diğer canlıları da yok etmiş oluruz. Bunların anlaşması mümkün değil çünkü.
Numan hoca; Dehşet! Öyle gözüküyor.
Şahin Hoca; yani bir değer harp etmiş olabiliriz önümüzdeki bir kaç yıl içinde bugünlerde bile muhtemel görülüyor ve insanlar korkuyorlar, bir üçüncü dünya harbi çıkabilir diye farkındaysanız konuşuluyor Suriye’de olanlardan dolayı.
Yücel Hoca; jenerik başladı hocam.
Şahin Hoca; jenerik başladı evet. Yani hatta bunun teorisini ve hatta komplo teorilerini ve hatta dini vetolini inşa edenler var. arzu ediyorsanız İngilizceyi iyi bilmek kafidir, youtube yazın bir kaç tane anahtar kelime yüzlercesini izlemeniz mümkün yani saatlerce de konuşurlar adamlar. Daha evvel evvel ki gün bir — program izledim bir İranlı Hristiyan’la Lübnanlı bir Hristiyan oturmuş konuşuyorlar işte Müslümanlar şöyle Yahudiler böyle. Yahudiler şunu yapmak istiyor Müslümanlar aslında şöyle. İşte İran Şii-suni savaşı şu sonuçları verebilir şudur budur tartışıyorlar saatlerce. Yani insanlar tabiiyetiyle içinde bulundukları şartları anlayabildikleri kadar tartışıyorlar ve ya ilim adamları ne anlamışsalar onu anlatıyorlar. Adam çıkmış anlatıyor şişmanda biri kocaman bir göbeği var, ama belli yani şeyde moleküler teknoloji sahasında bir üstat olduğu, o işte birçok iş yaptığı yani saatlerce de konuşuyor. Modern teknoloji, nanomoleküler teknoloji ve nanoteknolojinin gittiği istikamet falan. Şimdi adam orada bütün teferruatıyla anlatıyor saatlerce. singularity Üniversitesi diye bir şey var. Bizim bu şimdi ki seminerler, onlarda böyle bir şey icat etmişler Singularity Üniversitesi diyorlar. k— diye bir çatlak var. o adam bir kaşif maşif bir şeyler keşfetti işte internetle ilgili modern teknolojiyle ilgili derken büyük bir zengin oldu işte google falan kurdu google ın sahiplerinden ortaklarından filan. Google zaten rahat durmuyor. bu herifinde singularity falan diye kitapları vardır hatta bilmem izledin mi Numan baba bizim o gödeleşen b.. yazan adam Obş– bu singularty tartışmalarından birine iştirak etmişti. bu reis Ku.. konuşuyor o.. biraz fazla hayalci bulduğumu söylemek zorundayım falan diye bir takım enteresan tenkitlerde yapıyordu. Yani bunlar öteden beri konuşuyor yazılıyor.
Yücel Hoca; Türkçeye çevirdiler galiba değil mi onu çok nefis bir kitap.
Şahin Hoca; şimdi bir taraftan suni zekâda önemli ilerlemeler var, bir taraftan robotik gelişiyor. Şimdi adam diyor ki kardeşim bana göre zaten cansız nesnelerin de ruhu vardır, sadece canlıların değil. Şimdi biz insanda ruh var mıdır yok mudur diye tartışırken modern batı da veya efendim bizim bu şuur tartışmalarında efendim işte benlikti, ruhtu, şahsiyetti bir sürü şey konuştuk değil mi? birçoğunu da açık bırakarak uçlarını mecburen yani teferruata giremediğimiz için. Diğer taraftan adam zaten şintoist zaten animist yani ona göre zaten bin sene önce inandığı gibi insanların, bütün nesnelerin ruhu vardır. Taşın da ruhu var şu bardağın da ruhu var kardeşim.
Yücel Hoca; ama hepsini ruhu var, aslında şey de demiş olmuyor mu hocam ruh diye bir şey yoktur.
Şahin Hoca; hayır niye bu sebebi ruh diye ifade ediyor, onu da anlattım geçenlerde.
Yücel Hoca; ben kaçırdım.
Şahin Hoca; sebep değil, bunun sebebi bu hadisenin arkasında bu izah edebileceğin bir sebep arıyor. Bunu yüksek manevi ilkelere falan dayanarak açıklamak var dinlerde olduğu gibi, felsefe olduğu gibi açıklamak var, ilim de olduğu gibi açıklamak var. Bir de zamanımızdan baktığımız vakit ne göreceğimize geliyorum ben aslında.
Yücel Hoca; şunu söylemeye çalışıyorum şeylerin çeşitliliği izahta artık o ruhun hiçbir önemi anlamı yok. Dolayısıyla var olması
Şahin Hoca; yani o kadar yaygın olmasını falan diye —- felsefi açıdan girerek sen onu gir Japon’a anlat ya da günahıma anlat. Felsefi açıdan manidar görülen o sözü böyle bir çıkarım yapılır da bu işte o kadar manidar değil.
Numan Hoca; şimdi ki günden bakınca nasıldı oraya geldiğinizde
Şahin Hoca; oraya gelmemiz lazım bizim asıl çünkü bakıyoruz adam diyor ki kardeşim ben zaten cansız nesnelerin de bir ruhu olduğuna, şahsiyeti olduğuna inanıyorum. Yani bu taş senin zannettiğin gibi taştan ibaret değildir kardeşim bak. K.. kayalı bahçe diye bir romanı vardır. Ben o kayalı bahçenin taklidini yaptım insanın bahçesine. İnsanın bahçesinde bir havuz var ya ama bunun içinde bir kayalar yok, kayaları muhafaza ettim, o havuzu ben yaptım. Öyle bir — var ya bir de havuz yaptım. Kayalı havuz olsun bu da kayalı bahçeye nazire olsun diye de altına yazdım. Zen Budizm’inde kum sergi bir bahçe vardır üzerinde de kayalar vardır. Kayalara bakar zen Budist rahibi tamam mı? O kaya senin için kaya olabilir senin için kayadan ibaret değil. Nitekim bende Sümbül Efendideki şeyh cansız ve kurumuş bir ağaçtır demiştim yani daha yakım tezahürlerden biridir. Sana görüldüğü kadar manasız görülmeye bilir başka birine cansız da olsa nesne veya hayvanda olsa. Nitekim bakıyorsun Japon kültüründe krizantem var, krizantem mekaniği yatıyor değil mi? Japonların iki sembolünden biri samuray kılıcı öbürü de krizantemdir. Kiraz ağaçlarının çiçekleri mesela öyledir. Bonzai ağaçları vardır, ondan sonra geçen gün aklıma gelmişti bonzai yaparlar. İki b— sanatları vardır çiçekler vazolara nasıl dizilir. Yani bilmem şusu vardır busu vardır 50 bin çeşidi vardır anladın mı? Şimdi farklı bir kültür, o kültürün mensubu olarak robotu benimsemekte senin kadar zorluk çekmiyor. Velev ki iptidai bir robot olsun, öyle çocuk oynasın diye hav hav diyor falan. Tamam, da çocuk ona veya Japon ona senin baktığın gibi sadece bir makina diye bakmıyor. o yüzden robotik her zaman Japonya’da daha ilerde halen de öyle. Ama şimdi bu robotik orada safiane bir şey zannedilmesin önce fabrikalarda imalatı falan ama şimdi darpa kullanıyor o robotiği yani savaşan askerler, terminatörler yapmak için Amerika’da öyle yapıyor robotu yapınca öbürü asimo yapıyor o da terminatör yapıyor tamam mı? Yapan kim darpa milli savunma bakanlığının şubelerinden bir Pentagon’daki askerleri savaştıracak, savaş alanında ama askeri niye savaştırayım robot savaştırayım diyor. Zaten şu anda robotlar savaşıyor farkında mısınız bilmem Türkiye bile yaptı insansız hava araçları bunlarda robottur, yani insan biçiminde olması şart değil bu robotun.
Yücel Hoca; Robot katırı gördünüz mü?
Şahin Hoca; tabi gördüm hem de yüzlercesini ben meraklı bir adamım yani
Yücel Hoca; Müthiş bir şey robot dediğin öyle olur.
Şahin Hoca; yani şimdi niye bu robotikste Koreliler Japonlar farklı bir tavır takınıyor Amerikalılara göre ve ya batılı kültüre göre çünkü kültürü farklı. Aynı şekilde genetikte yahu kardeşim bu Tanrının işine müdahaledir gibi diye bir derdi yok herifin çünkü tanrı ile ilgili bir derdi yok adamın. Senin kafandaki bir tanrı yok adamın kafasında tamam mı? Öteki dünya inanışı yok, başka bir şey yok tamamen farklı bir kültürden bahsediyoruz. Dolayısıyla tepkilerde farklı bir de böyle bir çeşitlilik var. Yani insanlar eskiden beri demin sözler arasında kaynadı belki sonra ifade ederim demiştim. Aslında eskiden beri kültürler vasıtasıyla interpredik yapıyorlar. Mesela ben Türküm Türk’le evlenirim kardeşim ecnebinin kültürü benzemez, dilleri var bizim dile benzemez işte huyları bize benzemez. Bize benzeyen bir aileden alalım uyumlu olsun aile seçiminde bile evlenirken bile vardır o farkında olmadan. İşte ayrı kültüre mensupları mesela Müslüman olmayanla evlenmeyelim veya işte şudur budur neyse farklı farklı bir takım sosyal tabular vardır. Tıpkı hayvanları, köpekleri veya sığırları veya bitkileri kendi içinde istediğimiz özelliklere göre birleştirme durumlarında, istediğimiz özellikleri taşıyan döller aldık ya medeniyet boyunca. Mesela şimdi mısır ‘daki öküze bakın bir de bizim memleketteki öküzü bakın hiç birbirine benziyor mu? Tibetteki — öküzüne bak bir de efendim Alman öküzüne bak bunlar hep interbreeding yoluyla yani doğrudan genetik müdahale değil çünkü eskiden bilinmezdi fakat karşılıklı çiftleştirme yoluyla seçilmiş hayvanların birbiriyle çiftleştirmesi yoluyla genetik mirasın tayin edilmesi ve ona göre istenen özelliklerde hayvanların bitkilerin elde edilmesi şeklinde bu bunun bir adı varda şimdi hatırlayamadım. seçim zaten bütün yani kullandığımız, yediğimiz, nebati olsun hayvanlarda olsun öteden beri yaptığımız bir şey. İnsanlarda da yaptığımız bir şey bunu da farkına varmanın bir ölçüde tabi insan olunca iş bu müdahaleyi aşındırıyor istisnai olarak. Bir ölçüde kültürlerin kendilerine benzer insanları yabancı — benzeyen insanlar arasında iş birliği ve evlilikler yapmak suretiyle kavimlerin, kültürlerin zaten yaptığı bir şey. Yani şimdi bir Çinlinin genetik mirasıyla Yücel efendinin genetik mirası aynı değil. Yücel efendi sütü de sever, yoğurttu da sever, peyniri de sever afiyetle yer ama Çinli yiyemez kardeşim onun midesi bozulur. Onun genetiği farklı sütlü mamulü yiyemiyor, süt yiyemiyor yerse midesi bulanacak kusacak adam. Neden? Farklı bir ırk, genetik mirası farklı Hatta bu genetik miras farkları insanlar arasında bile bir ölçüde kültürel seçim yoluyla olmuştur öteden beri demek istiyorum, genetik müdahaledir bu sosyal müdahaledir. Ama şimdi biz artık bunları geçtik, artık tabiatı değiştirmiyoruz. Artık sadece etrafımızdaki dünyayı işte güç elde etmek için şimdiye kadar yaptığımız üzere kullanalım, istihsal edelim işte üretelim efendim güç elde edelim, tabiatı değiştirelim, istediğimiz istikamette hayvan yetiştirelim, istediğimiz istikamette efendim teknoloji üretelim falan. Bunlar son 50 yıla gelinceye kadar aşağı yukarı böyleydi, tabiata hükmetme, tabiatı değiştirme biçimindeydi bilhassa batı kültürü açısından. Bizim Müslümanlarda pek fazla olmadı sanayileşme olmadığı için ama onlarda böyle bir şey, vaka görüldü. Tamam, ama şimdi artık biz bizzat kendimizi değiştirme noktasına geldik. Ben bazen şakasını yapıyorum Numan’a kardeşim diyorum nerede psikiyatr falan bırak — uğraşalım. Yani yaşlanmayı önleyen tıbbi konularda ilim, ben yaşlandım ya sen beni gençleştirebilir misin yoksa senin tıbbın ne işe yarar falan diyorum ama insanlar şimdi bununla uğraşıyorlar.
Yücel hoca; bununla uğraşıyorlar, yeni trend bu gittikçe
Şahin hoca; bununla uğraşsalar gençleştirmek veya efendim gen ontoloji problemleri veya başka tıbbi müdahaleler bunlar çok mahson şimdi insanı yeni baştan yaratmakla uğraşıyor insanlar. Yani ben tanrı oldum diyor. Ne demiştik “—–” diyordu ya Tanrı gibi olacaksınız. Şeytan ima ediyor sen tanrı olacaksın kardeşim, farklı türler yaratacaksın, insanı d yeni baştan yaratacaksın. İnsanın istediği özellikler olacak. Bunun adı da var işte dediğim gibi trans hümanizm insanın kendini aşması, bir —. Şimdi biz bir açıdan deniliyor ki efendim suni zekâ gelişecek işler o noktaya gelecek ki artık insanın zekâsını aşacak, insanlarda hepsi birbirine internette bağlanacak. İnternetin birer pasif efendim, öyle internete bağlanmış bir takım şuurlar hepsi birden tek bir şuura dönüşecek işte aynı şey singularity diyoruz adına. Ferdiyet kalmayacak ve aslında suni zekâ hâkim olacak giderek de insan ırkı yok olacak. Niye yok olacak? Çünkü insandan daha üstün bir şey gelmiş olacak yerine ve esasında evolüsyonun nihai hedefi de budur. Belki tanrı da böyle istedi diyor adam. Yani tanrıyı inşa ediyoruz diyor iyi mi? yani bakın şimdi tabi ben kışkırtıcı ifade ettim. Yani biz suni zekâda vücuda getirmek suretiyle dünya çapında bir beyin ağı zaten teşekkül etti nedir internet biçiminde buna suni zekâyı da vereceğiz. Olacak mı sana dünya büyüklüğünde bir beyin ve insandan da üstün bir çeşit efendim singularity bilmem ne. Şimdi o adam öyle hayal ediyor bu bahsettiğim R.K hayali google daki. öbür adam diyor ki valla diyor ben zaten insan klonlamayı yapıyorum ee klon yapıyorsam, böyle farklı cinsleri de karıştırabiliyorsam işte efendim keçiyle örümceği karıştırıp, örümcek ağı elde etmek. Yok, efendim insanla hayvanı karıştırıp ilaç denemesi yapma gibi şeyleri de yapabiliyorsam o zaman Niçin yeni baştan bütün insan genlerini kendi istediğim gibi dizayn etmeyeyim. Mesela IQ su şu kadar olsun Çinlini dediği o, onun bir de adı varda İngilizce şimdi hatırlayamadım ha DNA s– diyorlar. Sıralamayı kendi kafama göre yapacağım DNA’da diyor tamam mı? Alacağım insan DNA’sını bununla ilgili teferruat çok esasen bir kısmını zor hatırlıyorum, bir kısmı da aşırı teknik olduğu için hatırlaması zor zaten teferruatı yani sizinle paylaştım bazılarını dinlerseniz o İngilizce dokümanlarda zaten uzun uzun tartışılıyor. Yani öyle bir noktaya geldik ki bu insan şuuru bize yetmiyor kardeşim diyor insanlar yeteri kadar akıllı değil insan. Niçin Şahin Uçar 130 IQ ile irtifa etsin 150 olsun, 180 olsun IQ Allah Allah. Efendim Niçin bu arkadaşın gözü siyah mavi olsun botu şöyle olsun, sağlık şöyle olsun, şu hastalıklar bulunmasın. Ben bunun mitokondriasını beğenmedim başka bir kadından başka bir mitokondria alır bunun klonunu yaparım başka bir erkekle çiftleştiririm. Yahu kardeşim iyi de anne nerede baba nerede burada. Değil mi ama? Şimdi bunun bir hukuki sonucu olmalı miras diye bir şey var çağdaş dünyada büyük çok büyük paraların söz konusu olduğu miraslar var. Biliyor musunuz bundan yıllarca önce şöyle bir vaka yazdılar Time’da kadın büyük bir zenginle evlenmiş, adam çok yaşlı benim gibi anladın mı bir şeyde yapamıyor.
Numan hoca; elbise gelecek elbise nanoteknoloji
Şahin Hoca; neyse adamın spermlerini almışlar dondurmuşlar, kadın da henüz nişanlı galiba yanlış hatırlamıyorsam işte esaslı bir sinema artisti kimse kadın çok zengin ya derken olacak bu ya adam bir uçak kazasında düşük ölüyor. Başka mirasçı yok, kadın ne yapıyor gidiyor o bankadan spermlerini alıyor adamın suni döllenme yoluyla adamdan hamile kalıyor çocuğunu doğuruyor. Ondan sonra çıkıyor ortaya kardeşim bu falancanın çocuğudur isterseniz ölçün DNA’sını bende zaten onun eşiyim. Velhasıl miras benim, tabi trilyonlarca, milyarlarca dolar bilmem ne kadar
Numan Hoca; olmuş vaka mı hocam
Şahin Hoca; olmuş vaka Time da yazdı. Hem de 20 sene evvel
Yücel hoca; hukuki bir şey 9 itibariyle
Şahin Hoca; ee tamam o da hukuk devreye giriyor Time da onu yaptı. Kardeşim şimdi bu evlilikten önce mi değil mi? şu mudur bu mudur 50 bin tane problem ortaya çıkıyor.
Yücel hoca; bir de laboratuvarların bu baktığımız — kimlikte sperm vermesi mümkün değil.
Numan Hoca; yaklaşık suç, vaka var ortada bir de o çocuk doğdu ne yapacak şimdi.
Şahin Hoca; o çocuk bu mirası hak ediyor mu etmiyor mu? Kadının yaptığı suç olabilir kadını cezalandırabilirsin de çocuğa ne yapacaksın bütün problem.
Yücel Hoca; güzel soru
Numan Hoca; filmde yaptılar sperm bankası
Şahin Hoca; şimdi bu düşünün ki böyle genetik müdahalelere falan ihtiyaç kalmadan daha suni döllenme keşfedilir keşfedilmez ortaya çıkan hukuki problemler.
Numan Hoca; basit problemler aslında basit düzeyde
Şahin Hoca; hem de en basit. Şimdi adam diyor ki kardeşim daha üç evvel ben paylaştığımda şöyle diyordu bir tane adam valla ben klonlama yapacağım kardeşim kafaya koydum. Ha siz Almanya’da yaptırmayabilirsiniz İtalya’da Amerika’da yasak diyebilirsiniz ben de gider okyanusun ortada gemi de yaparım. Bir kaç kere denedim olmadı gene deneyeceğim tamam mı adam doktor. Gidip uluslararası sularda yapacağım orada nasıl olsa hiçbir devletin kanunu geçerli değil. Siz ister yasaklayın ister yasaklamayın ben yapacağım bunu tamam mı? Geçen seyrettiğimiz adam biz zaten klonu yaptık hem de kaç tane
Yücel Hoca; hocam bir başka extreme bir şey aklıma geldi unutmak istemiyorum onu. Herhalde bu sene yapacak bir İtalyan cerrahı kafa nakli yapacak.
Numan Hoca; o geçti seminer
Yücel Hoca; öyle mi?
Numan Hoca; konuştuk onu bugün değil de daha önceki seminerde konuştuk.
Yücel Hoca; yapılmadı değil mi?
Numan Hoca; hasta bekliyor.
9.HAFTA KISIM 3
Yani insan olarak diğer canlılardan farklı olduğumuz için şuurumuz ve muhakeme kabiliyetimiz, aklımız, nefsimiz her neyse farklı üstün özelliklerimiz sebebiyle önce etrafımızdaki kâinatı varlığı neyse tabiatı çevremizi, kendimizi anlama gayreti içindeydik. Bir noktadan sonra işte batı daki modern ilim tecrübesi akıl çağı, aydınlanma çağı, Rönesans şu bu derken o faustiyan kültür geldi ve biraz pozitivist, materyalist, biraz fazla fetihçi, fazla ihtiraslı fazla tahripkâr bir kültür olmakla beraber ilim ve teknoloji alanında da büyük ilerlemelere şahit olduk. Bunların ne derece de ilerleme ne derece de usül sayılacağı tarih filozofları tarafından tartışılmıştır elbette başka açılardan tartışılabilir ama bugün geldiğimiz noktada son 3 asırdır tabiata hükmetme şeklindeki bu batılı kültürün bu yolda kat ettiği mesafenin bizi getirdiği noktada artık soruya girilir. Tabiatı da bir tarafa bırakıp tabiatı değiştirmek istediğimiz biçime sokmak yerine, bizzat kendimizi değiştirmek noktasına geldik. Bazı insanlar bunu adeta bir din gibi ritüellerini dahi yapıyorlar yani biz insanı aşacağız. İnsandan daha üstün bir varlık geliyor, ister bu suni zekâ yoluyla makinalarda tecelli etsin, robotlarda tecelli etsin ister insan genleriyle oynamak suretiyle DNA — yoluyla efendim farklı DNA’lar arasında çiftleştirme, farklı DNA kombinasyonları deneme şeklinde olsun biz artık insanı ve tabiatı bizzat kendimizi de değiştirmek, kendi şuurumuzu değiştirmek gibi bir noktaya geldik. Yani bu aşağı yukarı Yansımasın taa 1926’larda tahmin ettiği holistik bir emelisyona da benziyor. giderek daha kompleks daha üstün bir insan ara eleman olduğu, şuurun insan şuurunu çok aştığı efendim aklın da. Şimdi ben size şöyle bir misal vereyim microsoft u kullandınız çok basit bir şey ama microsoft bile bozulduğu zaman kendisini onarılacak bir program ihtiva ediyor. Yani diyorsunuz ki kardeşim bu makina bozuldu artık çalışmıyor, microsoft zaten tesadüfen çalışır diye şakasını da yaparlar. Ne yapalım bu programı işte falanca tarihten itibaren o zaman düzgün çalışıyordu oradan itibaren yeniden yükleyelim falan kaç kere yaptığın işlem aynı bu. Şimdi eğer bir programı bir subway programını kendisini onaracak bir şekilde programlaya biliyorsan, otomatik olarak yapmasını da programlaya bilirsiniz. Hatta giderek kendi programını kendisi yazan programlar yazmanızda mümkün. Bu da bir çeşit suni zekâ olur. Şu andaki suni zekâ çalışmalarının istikameti bu istikamette pek fazla değil zannediyorum ama bunu da ben düşündüm yani isterseniz bu subwayları o noktaya kadar getirebilirsiniz ki efendim kendisini yeniden düzenler. Hatta yeni subwaylaer yazar daha üstün daha kaliteli bu windows programını beğenmedim kardeşim windows home diyecek ki biz mühendisler olarak kendimiz düşüneceğiz o windows — öyle bir program yapacağız ki bu windows– kusurlarını tahsil edecek, yerine yen programlar yazacak, onları onun yerine yerleştirecek kendisi nakledecek vesselam bu çok zor görünmüyor bana akıllarına gelmemiştir belki ama ben getireyim.

  1. HAFTA KISIM 4

Tabiat hükmüyle ilgili başarıları bir yana şimdi kendi üzerinde ve artık tanrıcılık oynamaya başlaması. Yani insanı yeni baştan yaratacağım yeni baştan şuurla. Öyle şeyler yapılabilir ki mesela bizim sadece beyaz ışığa hassas olan bir gözümüz var hâlbuki bazı hayvanlarda bunun istisnaları var pekâlâ biliyoruz. Mesela yarasa olmak nasıl bir şeydir tahayyül edebilir misiniz diye bir şuur bahsi vardı hatırlıyor musunuz? arz ettiği yarasanın s.. dalgalarını kullanmak yoluyla karanlıkta yol bulma özelliğini, o geni insana ekleyecekler. İnsanda bugün mevcut olmayan fakat diğer hayvanlarda mevcut olan özellikler mesela köpeğin aşırı tiz, insan kulağının duyamayacağı frekansları duyabilmesi, balinaların fillerin efendim insan kulağının duyamayacağı kadar pez sesleri duyabilmeleri ve çok uzak mesafelerden haberleşebilme özelliklerini canlılar âleminden biliyoruz zaten. Canlılar âleminin şuur hallerine baktığımız vakit insanınkinden farklı özellikler görüyoruz. Mesela arılar 4 renkli görebiliyor. Mesela bizim duyamadığımız sesleri köpekler filler duyabiliyor. Mesela bizim göremediğimiz renkleri gece görüşü olan bazı yaratıklar görebiliyor. Demek ki bazı zaten canlılar âleminde mevcut olan DNA mekanizmasını eklemek suretiyle kolayca şuurun genişletilmesi bir ölçüde tabiatın taklidi yoluyla yine mümkün olduğu gibi hatta belki bir takım suni yollarla diğer ışık çeşitleri uzun dalga boyları, kısa dalga boyları falan diğer bütün ışık çeşitlerini kullanarak bütün âlemi görmekte mümkün. Biliyor musunuz ki bazı denemeler var ki bizim gözümüzle göremediğimiz fakat etrafımızda var olan bazı şeylerin farklı ışık dalga boylarını kullanmak suretiyle resimleri çekildi. Bunların denemeleri var hatta bazen sadece çok düşük ve neredeyse ölçülemez derecede düşük olmasına rağmen insan beyin dalgalarının muhataplarını etkileyebildiğini falan dair de hatta makinaları etkileyebildiğine dair de tecrübeler var. Şimdi bakıyorsunuz durmadan artan bir bilgi çeşidi bu bir yandan suni zekâ diye gidiyor, bir yandan genetik çalışmalar diye gidiyor, bir yandan robotik çalışmalar diye gidiyor ve hakikaten dünyanın 15-20 yıl içinde bugünkünde çok farklı bir yer haline geleceğini ben zannediyorum eğer tabi o arada bir kazaya uğramazsam. 40 sene sonra hakikaten suni zekânın da ve pek şeyinde devrede olduğu ve bugün zaten var olan bazı hakikatler var.—- sanal gerçeklik gibi kafana bir gözlük geçiriyorsun istediğin filmi izliyorsun anladım mı? İşte efendim sen söyledin yani biz bir daha gidelim Star Wars’a orada bilmem nede varmış falan dördüncü boyutta varmış falan diye gitmedik başka. Yani sanat gerçeklik işte böyle hologram teknolojisi ve benzeri bazı şeyler var ki geleceği hayal edemeyeceğimiz kadar değişik bir manzara alacağı kesindir. Bugüne hiç benzemeyeceği kesindir. Eğer o arada bir asteroit çarpabilir, iklim değişebilir, nükleer harp olabilir şu olabilir bu olabilir bilemem gelecek bilenemez elbette. Ama 40-50 yıl insanlık bu minval üzere giderse bu değişme kaçınılmaz görünüyor bir hesaplama yaptığın vakit. İyiye doğru bir gelişme olabilir, kötüye doğru bir gelişme olabilir onu söyleyebilmekten acizim bir yandan insanın yok olması anlamına geliyor, bir çeşit kıyamet anlamına geliyor. Bir yandan belki de suni zekâ yeterli seviyede gelişirse zaten insana ihtiyaç duymayacak zaten insanlar o takdirde adeta computerler gibi işte internete bağlanmış kendi iradeleri, inisiyatifleri, şahsiyetleri, ferdiyetleri kalmamış bir karıncalar cemiyetine dönüşmüş olacak. Nasıl ki karınca cemiyetinde herhangi bir işçi karıncanın topluluğun istedikleri dışında bir içgüdüsü yoktur, sevkitabiisi yoktur, hürriyeti yoktur öyle bir şeye doğru gidiyor. Peki, ama biz ne istiyoruz var bir de bu görünüşe göre önümüzde son derece tehlikeli bir dünya var esasen şu da tehlikeli ben öyle zannediyorum iklimin kırılma eşiğini geçmek üzereyiz. Muhtemelen biz önümüzdeki 40 yılı göremeyebiliriz bana 50/50 gibi görünür. Ama çok fazla bilgi olmadığı ve bunu değerlendirmekten insan zekâsı aciz kaldı için çünkü çok fazla veri var. Gerçi bugünlerde çok fazla bilişim geniş bir işleme —– bilgisayarlar falanda var. Hatta nanoteknoloji yoluyla tamamen moleküllerden hareket eden bilgisayarları yapmaktan bahsediyorlar. Zaten kuantum bilgisayarların denemeleri yapılıyor buna bir de nanomoleküler teknolojinin eklendiğini düşünürseniz bunun da şu andaki teknolojiyle hayal edemediğimiz kadar gelişmesi mümkün. Şu ana kadar biz şöyle diyorduk çok yakın zamanlara kadar ışığın kendi kalınlığı var bir ışık dalgasının, nereye kadar inceltebilirsin bu elektrik yolunu yani çipleri içine takıp iletişim yolları bunlar işte insan saçının 1/10 kadar inceltin, bilmem şu kadar ince tel döşüyorsun buraya öyle bir bilgisayar teknolojin var ki bu çipleri yaparken insan saçından 100 kat daha ince yol döşüyorsun oradan elektrik akımı geçiyor. Güzelde bunu ereye kadar incelteceksin ışıktan daha ince yapacak halin yok ya bunun bir sınırı var ama diyor. Şimdi adam diyor ki kardeşim ben 3-4 atomu bir araya getirip bu molekülleri istediğim gibi yönlendirip onunla makina yapabiliyorum diyor, yaptığı makinaları gösteriyor. o noktada insanlık yani dediğim gibi nanoteknolojiyle yapılmış bir elbise bile giydirebilirler insanlara yani ben hayal etmemiş değilim bunu efendim şeker hastalığım var bir hiç hastaneye lüzum yok bilgisayar zaten üzerimde vücudumdaki kanın bütün imtizacını neyse kanın mizacını içinde hangi maddeden kaç efendim miligram var hangi zerre-i miskal de oranında magnezyum var ne oranında kanda hormon var şu var bu var hepsini ölçüp sürekli kontrol edip gerekirse insülin iğnesini otomatik olarak hiç hastaneye falan gitmeden üzerindeki otomatik kontrolle yapabilir yani bir elbise. Bir elbise giyersin sıcakta işlemez soğukta işlemez, üzerinde elbise bile hissetmezsin yani enteresan bir tasavvur aslında şu anda var olanlardan hareketle söylüyorum. Adam bugün –elbise giyiyor adam yürüyor, beyin dalgalarıyla kontrol ederek elbisenin ayak mekanizmasını falan kolunu, bacağını filan. Yani bizim şu anda ulaştığımız teknolojik seviye hakikaten korkutucudur. Çok fazla şey vadediyor bir yandan, bir yandan da insanın tanrı rolüne soyunması böyle varlığa doğrudan müdahale edip kendi kafasına göre bir takım icat etmesi, hatta insanı yeni baştan değiştirmeye daha üstün insan, daha üstün özellikler, daha üstün ırklar falan hedeflemesi falan gibi şeyler ve korkutucu birçok ahlaki ve hukuki boyutu var. Zaten batı da bol bol tartışılıyor. Ben şimdi tartışmaya da kalksam hem şimdi teferruatını hatırlamayacağım hem altından kalkamayacağım. Ama yani şu andaki problem dünyanın çok fazla tartıştığı konular bunlar zaten. Bir yandan bunun etik olmadığını, hukuki problemler çıkaracağını, tıbbi problemler çıkaracağını, canavarlar yaratacağını, frankensteinlar yaratacağını bir sürü büyük belalar açacağını başına. Şimdi sen alıyorsun bir sivrisineğin DNA’sını bilmem falan bakterininkiyle karıştırıyorsun veya falan hayvanınkiyle karıştırıyorsun filan ama öyle scientific filmler vardır biliyorsunuz. İyi de ortaya çıkacak olan bu yeni tür canlı ne tip bir canlı uzaydan gelen A.– filmlerinde olduğu gibi efendim bir yabancı dış — olduğu gibi, tuhaf ve başa çıkılmaz canavarlar ortaya çıkmayacağını nereden biliyorsun yani rastgele DNA larla bu kadar oynamak ne kadar doğru, ne kadar akıllıca bunun hesabını yapan yok dediğim gibi bir kaptansız dümensiz gemi gidiyor. Ama şöyle bir misalde vereyim size arkadaşlar eski çağlarda İlyada çağında işte çocukken okuduğumuz kitaplardan Akdeniz de bile kaybolmuş Odesseus hani sekstant vardı bö
yle bir dikey çizgi ortasından bir şey geçirilir ip bir şa– falan onlar bakar yıldızlara işte meridyen paralel konumunu hesaplamaya çalışırdı adamlar Simbat çağının pusulasından bahsediyorum. Yani eski çağlarda da böyle pusulanın saatin mevcut olmadığı gemiciliğin gelişmediği çağlarda da pekâlâ denizcilik faaliyetleri yaptı insanlar ve o insanları artık sekstantla, limitlerine göre, Vikingler falan bizde her ne kadar kaptansız olsak da böyle yönetimi olmasa oryantasyonu olmasa bile bu gidişatın kendimize göre bir sekstant en azından geliştirdik. Hangi istikamette gitmeli yahu bu insanlık diye bir düşünce geliştiremez miyiz? Sonuç olarak bende elbette beşeriyetin geleceği hakkında düşünmek zorundayım. Valla hülasa edersem yani daha evvelde arz ettim zaten bir şahsiyet kendi sınırlarını ve kendi kültürünü de aşabilmelidir. Tarih felsefesi de esasen o noktada başlar. Kendi gelecek sınırları dâhil olmak üzere

9.HAFTA KISIM 5
İslam kültüründe dâhildir kendi mensup olduğun. Mesela taoist kültürün, Budist kültürün, şintoist kültürün bazı özellikleri var ki Müslüman kültürden çok daha doğru gibi görülen. Sonra ben bazen şaka olsun diye Hazar Han’ıyım falan derim ya Hazar hanları Yahudi’ydi biliyorsunuz. Yani koyu, yobaz bir Yahudi olarak bende derim ki valla ben Musa’nın şeriatına bağlıyım ve onu tıpkı yobaz Yahudiler gibi harfiyen alırım. Musa ne demişti kardeşim öldürmeyeceksin hiçbir şart dâhilinde. Tolstoy’un anladığı gibi anlarım yani onu üstatlarımdan biri de Tolstoy’dur. Harp dâhil olmak üzere, düşmanla savaş dahil olmak üzere, din için savaş dahil olmak üzere herhangi bir makul gerekçe gösteremezsiniz insan öldürmeye bana göre, sebep ne kadar büyük, dava ne kadar kutsal olursa olsun.
Numan Hoca; savunma dışı mı diyelim nefs-i müdafaa
Şahin Hoca; savunma işte bazı şeylerde insanın sözü eksik kalıyor demiştim ya Tevrat’a hani her şey zordur, insan söz söylemeye kadir değil. Bazı haller vardır ki insanın orada ilavesi yoktur. Aslında normal olarak bir insan öldüren bir insanın çok fazla suçlu olduğu kanaatinde değilim ya aklını yitirmiştir, o esnada cinnet geçirmiş, ya acayip bir psikoloji kompleksi vardır yani normal bir insan kolay kolay yapamaz bunu sırf öfkeyle olabilecek bir şey değil kaldı ki öfkeyle de olabiliyor belki. Yani oralara çok fazla aklımız ermiyor. Zaten iyinin ve kötünün ne olduğuna da fazla aklımız ermiyor demiştim. iyi ve kötüyü bilir tanrı gibi olursunuz diyor ama bizim iyi ve kötü, bu yaptığımız teknolojik faaliyetlerin sonuçlarını hesaplayamamaktan dolayı ve neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamamaktan dolayı. Pekte hesaplayamadığımız kanaatindeyim şu andaki şuur seviyemizle, tehlikeli çünkü ve şu anda ki yaptığımız bütün siyasi faaliyetler bütün kültürel mücadeleler biraz bana insanlık deliliklerinin veya kültürün indoktrinasyonunun tezahürleri gibi görünüyor. Yani bakın şu anda insanlık zaten ölmüştür aslında eski insanla kıyasladığımız zaman şu andaki insanların ahlaki, vicdani bakımdan sadece bir seyirciler ırkından ibaret olduğu, yanı başımızda Suriye’de bir savaş var. Türkiye’de 3 milyondan fazla mültecisi var, her gün sahillere cesetleri vuruyor çocukların ve tedbir dahi almıyoruz. Hatta bundan menfaati olanlar dahi olduğu şüphesini ihsan edenler var. Yani işte Avrupa sıkışsın da mülteci krizinden bize yardım etsin şöyle olsun böyle olsun diye kasten tedbir alınmıyor falan diyenler dahi var, batı da var en azından.
Yücel hoca; yeni sektöre de dönüştü işin doğrusu
Şahin Hoca; evet yani şimdi o fikrimi söyleyeyim size ben buradan bir şey olmaz fikrini ne zaman vermiştim biliyor musunuz. hani şu mayınları temizleyemeyiz İsrail’e devredelim falan diyorlardı ya tamam kendi sınırına sahip çıkamayan bir şey değildir kardeşim bu orada bitmiştir demiştim. Teknik ordumuzun bitmiş olduğunu görüyorsun. Efendim bu Türkiye’de insanlık bitmiştir bunu da ne zaman vermiştim bunu da arz edeyim bizim bu Yenikapı da bir deli ya da serseri vardı anadan üryani caddede hem de ana cadde dev kaç kere gördüm o Yenikapı alt geçidine yakın oradan şoförler geçiyor, türbanlı kadında var yerine göre değil mi, Müslümanı da var, dindarı da var şusu da var busu da var, polisi var, zabıtası var herkes geçiyor saatlerce adamın üzerinde bir yırtık pırtık palto kendisi sızmış mı, uyumuş mu ve yahut uyuşturucu mu almış üzerinden kaymış kıçı başı maslahatı her şeyi açıkta yatıyor caddenin ortasında hiç kimse dönüp bakmıyor. Ben bu manzaraya New York tada şahit olmuştum bu sosyetede hiç olmazsa orada çöp poşetinin içine girmişti çıplak kadın, burada o da yok yani üzerine açılmış kimse üzerini örtmüyor bari gözükmesin diye. İnsanlık bitmiş burada demiştim. Hatta bu yüzden Ahmet’in başı belaya girdi, Ahmet’ten sonra — Yenikapı da yine Kanal D’yi çağırmış şuna buna bağırmış, çağırmış bu insanlar sizin yüzünüzden bu hale geldi falan filan diye yahu sende çok ukala birisin falan filan diye insanlar kızmışlar şu bu filan az kalsın bir de dayak yiyecekti. Bana da telefon etti, belediyeye telefon etti şu bu filan. Yani bir insan sokakta 45 yaşlarında bir insan anadan üryan yatıyor hiç kimse aldırış etmiyor sonunda da açlıktan öldü zaten, açlıktan mı artık her nedense. Yani Türkiye’de de cemiyet bitmiştir, insanlık bitmiştir diyorum ama bu Suriye hikâyesinden sonra zaten insanlıkta bittiğini öğrendim. Çünkü hiç bir şekilde insanların vicdanı sızlamıyor sadece seyirci. Aynen Arthur Clarke dediği gibi bir gün uyduralar da neşriyat yapıp eğlence programına boğulunca insanlar efendim oturup seyredecekler, seyircilere dönüşecekler hiçbiri siyaseten olmayacak ahlak vicdan onlar ikinci planda herkes seyredecek vah vah diyecek geçecek, bizim elimizden ne gelir falan deyip geçecek. Bakın ama Rusya’da kıtlık çıktığı vakit Tolstoy milleti seferber etti, para topladı, fırınlar açtı insanların karnına sıcak yemek dağıttı. Doukhoborların — zamanında Çarlık 10 bin doukhobor iki gemi kiralayıp taa Kanada’ya kadar gönderdi adam dimi insan öyle davranır yani vicdanı olan insan biz yapamıyoruz.
Yücel Hoca; bizde de yapılıyor hocam
Şahin Hoca; yapamıyoruz. Yahu yani kâfi olmadı görülüyor yapılabileceklerin. Şimdi orada bir çocuk sahile vurup öldüğü zaman olmuyor. Bu bir kere iki kere üç kere beş kere değil insanlar sokakta dilendiği zaman olmuyor. Ben sokakta tek bir dilencinin olduğu cemiyeti başarısız sayarım öyle bir şey olamaz kardeşim. O adam fakirse yardım edilir, işsizse işsizlik maaşı verilir, deliyse tımarhaneye kaldırılır, bilmem bakımı her neyse bir şey yapar cemiyet, adam gibi bir cemiyet. Onu yapamıyor çünkü cemiyetin öyle bir organizasyon tarzı yok, her işi devlete vermiş, devleti tanrı yerine koymuş, devletin başına geçen de tanrı kabul ediyor kendini, hiç bir şeye baktığı yok aslında devletin, devletin çok daha büyük hesapları var kendi kafasında, politik molitik. Öyle insanlar ölmüşmüş, dilenmişmiş organ mafyasının eline geçmiş, fuhuşa sürüklenmiş kimsenin aldırış ettiği yok. ha üzülüyoruz ve üzülmekle kalıyoruz. Şimdi yani bu insanlığın bitiş noktasıdır bana göre ama neyse bu kadar mübalağalı ifade etmeyeyim şu anda zaten insanlık dediğim gibi kendi kendisini bile değiştirmek hatta kendi şuurunu değiştirmek noktasında bana da sorarsanız eksiden de söyledim bu lafı insanın ahlaki donanımı yeterli değil. İnsanda tıpkı diğer memeli canlılar gibi sadece kendi yakın akrabalarına karşı şefkati, merhameti, mürüvveti olan bir canlıdır. Yani bir onlarda da aksi haller de görülüyor, insanlarda da görülüyor. Tamam, kedinin yavrusunu yediği de bakidir, tamam insanın evladını katlettiği de bakidir, tamam insanın evladına zülüm ettiği de bakidir ama genel karakteristiği söylüyorum. Normal olarak memelilerin hepsi de hatta kuşlar bile
Yücel Hoca; ayı hayvanat bahçesine giriyor
Şahin Hoca; yani misaller üzerinde durmayalım sonuç olarak memeli canlılar en azından kendi evlatlarını yetiştirmeye, büyütmeye bir noktaya gözetmeye göre programlanmış ve bir şefkati merhameti var. İnsanlık âlemine geldiğimiz zaman insan da kendi oğluna kızına acıyor, mesela ben her ay 700 lira gönderiyorum Suriye mültecisi kızıma ama öteki Suriyeli mültecilere bir kuruş yok tamam mı?
Yücel Hoca; önce can sonra canan
Şahin hoca; ee yani şimdi tabi insan önce kendi yakın, önce kendisi hatta
Yücel Hoca; tabi ki önce kendisi
Şahin Hoca; ondan sonra işte eşi, çocukları, annesi, babası, yakın akrabaları, biraz daha uzak akraba olduğu zaman bizim falan akraba ölmüş Allah Rahmet etsin çok yazık oldu falan deriz iki gün üzülürüz, üç gün değil. Yani uzak akraba ise
Yücel Hoca; bu iyi bir şey
Şahin hoca; iyi kötü şimdi ben başka bir şey söylüyorum. Yani burada insanın ahlaki donanımı kendi yakın akrabalarıyla sınırlı olduğunu, öyle bütün insanları bütün mahlûkatı kuşatacak kadar geniş olamadığını söylüyorum. Bu sadece belki insanlık âleminde istisnai böyle Tolstoy gibi, Mevlana gibi Yunus gibi ermişlere, peygamberlere veya üstün insanlara mahsus bir vasıf. Öyle her şeyi sevmek, herkesi sevmek, herkesin iyiliğini istemek öyle bir şey pek umurumuzda yok bizim, yani öyle bir donanımımız yok yaradılışımız öyle değil. Diğer memeli canlılar gibiyiz bizde demek istiyorum bu da bugünkü insanlığın şartlarında yeterli bir ahlaki donanım değil. Eskiden yetiyordu ama eskiden de yetmiyordu beşeriyet zaten insanlığın çılgınlığının hikâyesidir demişti bu yüzden Tolstoy ama hadi onlar olur oldu falan onu anladık ama şimdiki içinde yaşadığımız şartlar şundan ibarettir, aşağı yukarı bütün problem dünya çapında, mesela bir iklim değişmesi var. Bütün insanlık işbirliği etmedikçe önleyemez, öyle tek bir devletin başa çıkabileceği bir şey değil. İsaac Asimov şöyle demişti internette var konuşmaları Brezilyalı diyor ki kardeşim Brezilya’daki yağmur ormanları bana ait sen ne karışıyorsun, seni ilgilendirmez ben keserim yağmur ormanlarını, şimdi filmini çekmişler hakikaten bakıyorsun yukardan çekince dümdüz olmuş yağmur ormanları gitmiş. Malezya’daki yağmur ormanlarının %70 i gitmiş bilmem ne olmuş. —- bir raporu 15 ciltlik ben izledim yani. Şimdi yahu iyi de kardeşim bunların dünyanın oksijen damarları, dünyanın akciğerleri bunlardan sadece sen istifade etmiyorsun bütün dünya istifade ediyor, bütün dünyayı ilgilendiriyor. Sadece brezilyanın sınırları içinde kalmıyor hadise diyorum ben diyor. o zaman Brezilyalı bana diyor ki diyor sen Amerika olarak önce kendi ürettiğin işte karbondioksite şuna buna yaptığın zehirlemelere sen kendin tedbir aldın mı da bir de bana laf söylüyorsun diyor tamam mı brezilya da öyle diyor diyor. Yani şimdi problem dünya çapında çözümün mahalli olması mümkün değil. Şu anda ben çok korkuyorum bazen, demin sen korkuyor musun dedin de ilmi korkularımı söyledim. Mesela şu andaki iklim değişmeleri aşağı yukarı Tur dağlarının buzul şartlarından çıkmasına sebep olacak gibi. Yani Sibirya’nın kuzey kutbuna yakınlardaki o büyük ormanlık alanlar, oralarda bir kere buzullar eski yere nüfuz eden buzullar erirse ne olur biliyor musun bir anda hadsiz hudutsuz metan gazi çıkar ve aniden dünyanın yönü değişir yani oraya karbondioksit şeyine falan benzemez. Onlar asırlardır yer altında duruyor dünyanın iklim dengeleri yüzünden, o ormanlar— elmas nasıl oluşmuşsa o da öyle oluşmuş işte nasıl olduğunu bilmiyoruz değil mi ama işte sonuç olarak bir anda ortaya çıkabilecek şeylerde var, iklim kırılmalarına sebep olabilecek ve kimsenin umurunda değil. İlim adamları konuşuyorlar ama zaten üniversitedeki profesör çokta önemli bir adam değildir Amerika da yani 6-7 bin lira maaş alır, zengin değil ki önemsensin, politikacı değil ki önemsensin falan yani. Akademisyenleri de kimse ciddiye almaz bu yanda ilim adamları da onlar konuşur dururlar. Politikacıların da kahir ekseriyeti demeyeyim hemen hemen %100 ü cahil insanlardır. Öyle olmak zorundadırlar çünkü aksiyon adamıdırlar, düşünmeye, ilim yapmaya, ilim irfan öğrenmeye zamanları kalmaz insanlarla meşgul olmaktan, sosyal faaliyetlerden binaenaleyh ister istemez cahil olmak zorundadırlar sadece bizim Tayyip bey değil yeryüzünün bütün politikacıları cahildir yani. Bakmayın arada böyle bir iki tane — edip hukuk doktorasını yapmış adamlar falanda çıkar ama hiçte önemli değil. Politikacılar değişik insanlar zaten değişik bir insan türü bana göre hiçbir şeyden korkmuyorlar ne cinayetten ne mesuliyetten ne bilmem neden her neyse zaten politikacı takımını sevmem iyi ki politikaya kabiliyetim yokmuş. Fakat bu politikacı takımının, iş adamları, zengin takımının kapitalizm bu gibi büyük ilaç şirketlerinin vb büyük firmaların, uluslararası şirketlerinden insanlığa çok büyük bir meydan okuması olduğu çok açıktır. Bunu ben Mülk ve Hilafette Toynbee’den naklederek yazdım. Toynbee demiş ki bakın Toynbee’nin Marksizm’e benzer bir tarafı yoktur her halde adam İngiliz istihbaratının bir numaralı adamıydır, herhalde kimse Toynbeeye de Marksist diyemez kardeşim ama Toynbee bile demişti ki eskiden ailelerin ve ya kavimlerin klanların, kabilelerin hâkimiyetinin olduğu zaman iyi ve faydalı olan mülkiyet kurumu bugün bir uluslararası şirketler çağında bir çözüm üretemezsek medeniyetimizi tehdit etmektedir. Arkasından eklerim şimdi insanlar o tarafına bakmıyor mülkü siyasi hâkimiyet manasında kullanıyorum ama ben burada aynı zamanda molop falan filan onları anlattım ama aynı zaman da mülkiyet bahsi de var orada ve demişim ki hakikaten de ekmeğini insan kanıyla kazanan bir silah tacirleri diyelim Adnan Kaşıkçı gibi. Adnan Kaşıkçı Suudi Arabistan’a giderdi de Kâbe’ye namaz kılmaya İspanya’daki şatosunda Leyla hanımla viski içmeye, yüksek sosyeteyle dans etmeye anladın mı? Şimdi hakikaten uluslararası filmleri var biliyorsunuz silah tacirlerinin çokta güzel filmler yapmışlar. Adamın biri işte silah taciriydi şimdi paylaşamadım sizinle. Şimdi ekmeğini insan kanıyla kazanan bir uluslararası şirkete mutlak mülkiyetin hakkını vermek ne derece akıllıca, adam harp çıksın diye uğraşıyor silah satmak için, komplo üretiyor, tezgâh çeviriyor bilmem ne yapıyor tamam mı ben silah satacağım diye. Şimdi sen buna üstelik devletlerden bile daha güçlü olmasını sağlayacak kadar büyük paralara hükmetme kabiliyetini veriyorsan insanlık olarak bunun neresinde akıl var. Petrol şirketleri öyle, silah şirketleri öyle bugün Amerika aşağı yukarı bir silah sanayisinden ibaret yani işin ekonomisini silah üreterek ve satarak sürdürüyor neredeyse yani Amerika da zaten şirketlerin çok fazla hâkimiyeti vardır Amerika zaten bir devletten ziyade şirketlerin efendim devlet gibi o yüzden çok ciddi bir devlette sayılmaz bence bütün o paralarla Amerikan demokrasisine falan neyse bu çok fazla siyasi yorum götürür. Ama demek istediğim şu ki bizim içinde yaşadığımız şartlar tehlikeli şartlar. Bunların içinde mülkiyet de dâhil olmak üzere, devlette dâhil olmak üzere mevcut siyasi yapılarda dahil olmak üzere hatta aile dahil olmak üzere. Eskiden bize miras kalan eski kültürlerden, insanlığın — yıl boyunca geliştirdiği kültürlerden miras kalan inançlar, ahlaklar, kurumlar bu çağa intibak etmiyor. Şimdi karşılaştığımız problem 2 analı 1 babalı çocuktan bahsediyoruz burada hangi aile kavramı geçerli. Klondan bahsediyoruz, insan klonundan bahsediyoruz. Hatta yeni baştan inşa etmekten ikinci adaleden bahsediyor adam ve biz tanrıyı inşa edeceğiz hepimiz tanrı olacağız, hepimiz ölümsüz olacağız diyor. Ölümsüzlük mümkündür diyor ben onu inşa etmeye çalışıyorum diyor. Şimdi diyor adam bir şirket var diyor ben adamın şuurunu bilgisayara yükleyeceğim sonra da ölmeden evvel bir hücresini alacağım muhafaza edeceğim. İlerde tıp gelişince bunu klonla tekrar bunun hafızasını şahsiyetine upload edeceğim. Kendi vücudu kendi klonu. Ben bazen böyle hayali şeyler anlatmışımdır sana Numan Baba yani adamın klonu var işte hafızasını da ona naklediyorsun falan adam ondan sonra bir sürü klon yaptırıyor kendine filan böyle şeyleri hayal eden insanlar var. Bunlar konuşuluyor tartışılıyor. Bunun etik ahlaki boyutları çok ciddi ve uzun tartışmaların konusu şu an itibariyle Avrupa’da ve Amerika’da ve hatta Japonya’da Çin’de falan.
İşte dediğim gibi Japonlar Çinliler daha serbest takılıyorlar o da ayrı. Demek oluyor ki tehlikeli bir zamanda yaşıyoruz, hiç olmazsa bir sekstant geliştirsek, bir istikamet kendimize falan diye baktın vakitte ancak kendi temennilerimi bir sekstant kılavuzu gibi söyleyebiliyorum o da şudur gelecekteki rejimin temenni ettiğim biçimi o Suriye şeyinde de söylemiştim bir mentograsi, aristokrasi ve anarşi karmışı olmalı. Şimdi bu nasıl olacak demeyin mesela Roma da krallıkla demokrasinin karışımı bir senato vardı. Bazen böyle rejimler birbirine karışır, iç içe geçer. yani atograsi şu demek bir iş lazım olduğu vakit o işe göre sırf o işi yapıp bitirmek üzere organize olmak. Şu anda bizim yaptığımız bu faaliyet atogratik bir faaliyet, bu işe göre bir faaliyet. Yani biz dedik ki kardeşim biz bu fikirleri konuşacağız bir seminerler halinde bunu 9 seminerle sınırlı tutacağız, sonra bunları deşifre edeceğiz, sonra da belki üzerinde çalışacağız şöyle yapacağız, böyle yapacağız. Sırf bu işi yapmak için 4 arkadaş bir araya geldik bir atografik kurum kurduk bilim felsefesi seminerleri diyeceğiz başına da ve bu kurum faaliyetlerini şu anda sonlandırmak üzere yani şey olarak nakta kısmı olarak ondan sonra oturup deşifresinin yapacağız şu bu filan bu iş bittiği vakitte bu iş bitecek biz bu işi bitirdik şu kitabı yaptık, genişletmesini yaptık şöyle oldu böyle oldu. belki başka kurumlaşmalara da yol açacak bir —- ama şu an için planlarımızın konuşulan faslını, aksiyon kısmını büyük ölçüde tamamladık deşifresi kaldı yani atograsi demek bir işe göre o iş onu gerektiriyor o iş için şu kadar eleman lazım bu işi yapmak için dekaksiyonu Yücel Bey üstlensin, organizasyonu Numan bey üstlensin bilmem efendim şu şu üstlensin bu iş bitince de tamam artık böyle bir kuruma gerek kalmadı yaptık bitirdik işi. atograsi işe göre organizasyon demek. ihtiyaç duyduğun takdirde ihtiyaç görülen işin mahiyetine ve hudutlarına ve ölçüsüne göre bir organizasyon biçimi olmak üzere geçici organizasyon yani. Geçici organizasyon demek atogratik idare. bir böyle ihtiyaçlarımız olacak yerine göre mesela şimdi Dünyanın oturup bir etik kurumu kurması lazım bütün bu artifişin, telicin singularity trans hümanizm, genetik trans cennik falan tartışmalarına falan hepsine bütün dünyanın iştirak ettiği bir etik kurum, bir atograsi kurması lazım ama yapamıyor. Her ülke kendi çapında yapıyor mu hayır o da yapmıyor üniversitelerde ki ilgili adam ilgileniyor şu an itibariyle. Gerçi böyle kurumlarda yok değil Amerika’da falan şimdi küçük çaplıda olsa. Demek istediğim atograsinin ve insanların anarşiden kasıt nedir insanların kendilerine göre bir işbirliğiyle birlikte kendi kendilerini yönetmesi herhangi bir otoritenin değil de efendim bir de bunu bir anarşi dediğiniz vakit işin içine mülkiyetin paylaşımcı olması ve mülkiyetin dediği gibi böyle şeylerde girebiliyor tahayyüllerde girebiliyor. İsrail deki Kiut uygulamaları gibi, başka yerlerdeki o — Kant uygulamaları, Tolstoyist uygulamalar — falan uygulamaları da giriyor hatta. Ama bir yandan da mentegrotik olsun diyorum yani şöyle olsun mentegrasi nedir fazilet ve meziyet sahipleri demek işte merit kelimesi bazen cumhuriyet faziletli derler ya o. bir okullar demokrasisi biçiminde tıpkı Eflatun’un devlet gibi tasvir ettiği gibi alalım çocukluğundan itibaren insanları 10 yaşından yetiştirelim onlara her şeyi öğretelim gerekli gördüklerimizi sonra da efendim bunları devlette tecrübe sahibi yapalım 10-15 senede işte şunu öğretelim bunu öğretelim ondan sonra seçelim eleyelim. Bunların kimisi içinden seçtiklerimiz, seçkin olanları yönetici olsunlar, filozof krallar yönetimi yani Bu şeyinde dâhili Max Weber’in Sosyoloji yazılarında Çin Literatisi bir bölüm vardır Türkçe de var bir kitap yani orada da böyleydi alıyordu ——– ezbere bilir. Niye çünkü herkesi bir müşterek kültür zemini olması lazım yani hatta Dostoyevski de uzun uzun anlatır Bir Yazarın Günlüğünde Çin’de her şey bellidir kardeşim her şey klasikleri ezbere bilir, herkes neyi ne zaman nerede nasıl yapacağını bilir. Töresi olan bir cemiyettir, şöyledir böyledir diye uzun uzadıya birazda karikatürize ederek metheder. Yani Çin litaretisinin vaktiyle yaptığı gibi Osmanlı enderinin kendi çapında farklı — uyguladığı gibi falan eski imparatorluklarda da görüldüğü üzere hakikaten gerek ahlaki donanımı gerek vasıfları itibariyle layık olanların insanların yönetmesi lazım. Şimdi yalnız problemler tabi insanlık âleminde çok ve insanlığın problemlerinin de hiçbirini tam anlamıyla çözüm olmuyor mesela şimdi ahlaki donanımı diyorsun da hangi ahlaka göre her milletin her kültürün ahlakı farklı mesela değil mi? efendim yani inançlara göre bağlayacaksan şimdi Müslümanların tahammül ettiği bir ahlak vardır. Diyor ki adam o İranlıyla Lübnanlı Hristiyan’ın konuşmalarında peygamber demiş ki diyor Hz. Muhammed kıyametin alametlerinde biri de kadınların erkek gibi giyinmesi, erkeklerin kadın gibi giyinmesi. Yani şimdi biliyorsunuz erkekler kadından dar pantolon giyiyor hatta tayt giyiyor kardeşim demin ki şeyime güldünüz ama nanomolekül elbiseye yani tayttan ne farkı var bunun mahrem yerlerini biraz boyarsınız, ona ne diyorlar kamuflaj hiç belli olmaz yani çokta güzel olur bence. Efendim yani adamda kızıyor bunlar nasıl giyiniyor ya deminden beri gelenleri görüyorum Dolmabahçe de hiçbiri diyor tayt giymiş bilmem mini etek giymiş, şöyle giymiş böyle giymiş ee bunun turisti var yerlisi var her birisi de var. Yani şimdi İslam ahlakına göre baktığın vakit bazı şeyler yanlıştır hakikaten bizim Türkiye de bile şu anda değil mi hadi Avrupa’yı geçtikte. Yahudi ahlakına başka bir şeydir, Hristiyan ahlakına göre başka bir şeydir, Çinli ahlakına göre başka bir şeydir yani insanlığın dünyadaki tavırları. Binaenaleyh şimdi ahlak derken de valla yine Eflatun üstadımızın kastettiğini kastediyorum yani disiplin, ruhi disiplin asıl olanda o bütün mistik tecrübelerle de bütün ahlaki disiplinlerle yani gerek sanatta gerek sporda gerek ahlak eğitiminde yüksek seviyede disiplin gerektirir. Şimdi bu da eğitim sistemlerinin hiçbirinde yoktur gördüğün üzere bizde sadece kurusıkı bir öğretim vardır. öğretebildiği kadar bilgi öğretir tamam da insan bilgiden ibaret değil. Şimdi insanın şahsiyetini meydana getiren şeylerden kendini çok önemsediğinden veya çok yüksek gördüğünden konuşuyor değil böyle sert tenkitleri yapıyorum ama insanlığa ben kendimi çok ahlaklı, ahlaksızın teki olabilir Şahin Uçar o başka ama olması gerekeni söylüyorum ideal olanı. İnsan ahlaki disiplini, ruhi disiplini sayesinde yüksek şahsiyet sahibi oluyor. Yoksa öyle sadece bilgiyle bir şey olmaz ukalalıktan başka. Bizim W– üstadımız nerede yazmıştı hatırlamıyorum bir yerde naklettim bizim çok fazla küçük bir alanda derin bilgi sahibi fakat kara cahil uzmanımız var. Hâlbuki bizim böyle kara cahil uzmanlara ihtiyacımız yok kardeşim, bize geniş kültürlü evet bir uzmanlık alanı olsun ayağını sağlam bir zemine bassın ama aynı zamanda felsefe yapabilecek, sanat yapabilecek kadar insanlar lazım diyordu galiba eğitimle ilgili kitabında. Şimdi bizim bu dünyada da öyle yöneticiler istiyoruz ki tıpkı eflatun üstadımız gibi hem yetişmiş olsun, müstakbel dünyanın yöneticilerinden bahsediyorum artık bunun adı trans hümanizm midir, singularity midir — ben onu bilmem ama vasıfları itibariyle üstün olmasın sadece ahlaki disiplin olarak da. Yüksek ahlakı olmayan bir adamdan ne bekleyebilirsiniz. Henry Kr– demişti ki düzgün bir aksiyonun ortaya çıkması için evvela doğru bir doktrin sonra da doğru adamlar lazım, ahlaksız adamlar iyi şeyleri de kötüye çevirir yani. Şimdi modern düny
ada politikacılara baktığınız vakit ortada doğru doktrinde yok, doğru adamlarda yok, doğru sonuçlar bekliyoruz olmaz tabi aksiyonlarda ona göre, savaşlar, cinnetler sürüp gidiyor malum. Evet, ama doğru doktrin ne? Bizim bilgi kaynaklarımıza baktık bunun içinde dinler var, eski tecrübe var, sanat var, ilim var, felsefe var, o var bu var. Bir de bunların hepsini topluca ihtiva etmesi gereken tarih felsefi var falan dedik. Şimdi demek istiyorum ki yani bir tarih felsefesinin süzgecinden geçirmemiz gerekiyor bütün bu insanlık birikimini. Bu tarih felsefesinin de kendine göre bir oryantasyonu, bir şeyi olması lazım elbette bir nihai hedefi ve bir tasavvur olması lazım değil mi? şimdi bende diyorum ki kardeşim bakın dünya şu noktadan başlamış bu noktaya gidiyor diyorum. Esas olan burada insan şuuru ve muhakemesidir, orada bazı arızalarımız var, noksanlıkları hadi insani zaaflarımız bir insana göre böyledir tamam ama kültürden gelen telkinler, muhakeme, mantık, semantik, din vasıtasıyla, inançlar vasıtasıyla falan gelen şeylerde var, kusurlar da var. Ayrıca elimizdeki bu bilgi kaynaklarını hiçbiri tek başına satraşifa değil. Biri hadisenin bir yönünü aydınlatıyor öbürü öbür yönünü anlatıyor, biri falan alan faydalı öbür alanda bir işe yaramaz efendim yani birleştirici holistik bir bakış açısıyla bütün tarihe bakmak lazım, geleceğe de öyle bakmak lazım. Peki o zaman bu gelecekten ne istiyorum ben? valla temenni ediyorum ki mentogratik bir yönetim olsun ve bunun başında da Eflatun’un tasavvur ettiği gibi bir seçkinler zümresi bulunsun, yüksek seçkinler zümresi bunlar hem ahlaki vasıfları yüksek insanlar olsunlar, vicdanlı, ahlaklı, merhametli, hem de hakikaten tecrübeli, bilgili, liyakatli işinin ehli adamlar olsunlar tam tersi oluyor modern dünya da gördüğünüz üzere aşağı yukarı her yerde hem ahlakı bakımdan çok düşük hem vasıflar bakımından çok düşük insanlar yönetiyor dünyayı maalesef çoğunlukla hemen hemen bütün devletlerde. ee peki bunu istemiyoruz elbette bir de ne istiyoruz işte yerine göre devlete çok katı tamam mentograsi olunca zaten önlüyor da çok katı öyle demokrasiydi, yok monarşiydi, yok aristokrasiydi yok bilmem neydi bir sürü rejim modeli var insanlığın geliştirdiği ama hepsi de paralı insanlar anlamadıkları için işin kümüne vakıf olmadıkları için bu gülünç sözlere kapılıyorlar. kelimelerin ok etkisinde kalan ve çok çabuk yönlendirilebilen bir mahluk insan çok zayıf gerçekten bu bakımdan yani hemencecik beyni yıkanabilir hemencecik bir istikamete sevk edilebilir gayet yumuşak bir mahluk. Fazla şahsiyetli olamıyor hemencecik genel kabule uyuyor, genel çerçeveye uyuyor, kitleler ne düşünüyorsa kendi sempatik duyduğu insanlar nasıl düşünüyorsa o istikamette ki düşünceyi doğru kabul ediyor hemencecik o istikamette harekete geçebiliyor falan öyle tuhaf bir yaratık, zaafları var yani sosyal tarafı itibariyle, şuur itibariyle, — itibariyle. Peki, şimdi bu insanoğluna rağmen ve bu insanoğlunu da aşarak bir melotogratik idare olabilir mi? zaten öyle olacak şu anda da zaten öyle şimdi insanlık belki farkında değil ama şu anda dünyayı zaten seçkinler yönetiyor. Ha bu seçkinlerin seçkinliği eflatun üstadımızın tarif ettiği gibi ahlak, fazilet, bilgi, devlet tecrübesi falan değil de belki para, belki farklı organizasyon, belki demokratik münasebetler
Numan Hoca; o da bir seçkinlik
Şahin Hoca; yine bir seçkinlik ama
Numan Hoca; ama hiç olmazsa onunun iyisi gelecek
Şahin Hoca; iyisi maalesef elimizde yok şimdi biz iyisini temenni ediyoruz ama görünüşe göre de maalesef korkum da şu ki evet bu bizim temennimiz böyle olsun diyoruz, zaten şu anda da öyle bir yerde anarşi var, bir yerde yerine göre böyle yaptığınız atogratik geçici organizasyonlar, yönetimler var, bir yerde de böyle sözüm ona seçkin bir şekilde oy almış veya para sahibi veya güç sahibi işte bir şekilde insanları yönlendirme kabiliyetine sahip insanlarda var. bunlarda bir bakıma seçkin ama burada sadece böyle seçkinlerimiz var ama gelecekte ki seçkinlerimiz muhtemelen çok daha geniş bilgili, çok daha yüksek şuurlu, çok daha insandan farklı bir dönüşmüş olacak. Eğer o gelecek oluşursa o zaman zaten belki de hatta yine büyük para babalarının kontrolünde olacak şu anda zaten öyle. Şimdi büyük para babalarının kontrolünde bir seçkinlikte hoş bir şey değil. Şu anda ki dünyamızda görüldüğü üzere yani bilmem Ro– Ro– vb benzerlerinin büyük para babalarının yönlendirdiği politikacılar ve onların işte bir yerlere seçilmiş olması, onların dünyayı yönlendirmesi şu andaki dünya manzarasından gördüğümüz kadarıyla gayet nahoş vedahi eğer ilerde de böyle olacaksa yani insanın kendini aşma raddesine geldiği bu hale rağmen ilerde de böyle olacaksa hakikaten korkunç bir tablo olarak demektir o zaman yani zaten bir kere ben size söyleyeyim şu anda dünyanın nüfusu 7 milyardır vallahi 70 milyara belki de 700 milyona mı indirir 70 milyona mı indirir böyle bir zekâ dünya nüfusunu hiç bilmem hiçte acımadan katleder yani. çok fazla çünkü dünya nüfusu ve tabiatı tahrip edecek ölçüde fazla hakikaten şimdi burada tuhaf bir şeydir antropologlar der ki bir anne-babanın 2 den az evladı olursa yani üreme oranı iki çocuktan aşağı düşerse o kültür ölür devam ettiremez yani. şimdi siz bir optimumu vardır yani bunun şu kadar sayıda insan olursa şu şu şu tipler işleri başaramaz şu kadardan fazla olursa olmaz kaos olur, şu kadardan az olursa böyle olur yani bu dünya nüfusunun da optimum net onu da benim bildiği yok yani şu anda öylesine söylüyorum fikir diye. Fakat konuşuluyor yani 500 milyona inmenin 1 milyara inmenin falan filan diye. Biliyorsunuz zaten biyolojik silahlardan, genetikteki çalışmalardan falan işte modern dünyada olup bitenlerden az çok sizde haberdarsınız onları tadil edemeyiz tadal etmeninde anlamı yok ama böyle bir manzara var karşımızda eğer insan şuurunun kendi seviyesini aşmasını, kendi kültürünün koyduğu sınırları da aşmak kendi inançlarının koyduğu sınırları da aşmak ve hakikaten yüksek ahlaki idealler için çalışmak diye anlayacaksak böyle bir eski devirlerden büyük mistiklerden, büyük peygamberlerden bize verilen örneklerdeki gibi anlayacaksak ortalama insanında kabiliyeti yok ama böyle bir değişikliğe böyle bir metamorfoz olursa ortalama insanda böyle bir kabiliyet kazanabilir gibi geliyor bana şuur itibariyle yani kozmik şuurdan bahsediyorum zamanın ve ruhun bir noktada buluştuğu şey şimdi 40 sene sonrasından bahsediyorum. Ben öyle tahmin ediyorum ki size de tebşir edeyim 20 sene sonra azami 20 sene sonra size İnşallah hayatta olacaksınız İnşallah bende hayatta olurum 20 sene sonra ya Şahin Hoca’nın dedikleri birer birer tezahür etmeye başladı dersiniz, 40 sene sonra da eğer 40 sene sonrasını görürse insanlık siz de görürüsünüz benim dediğim noktaya çok fazla yaklaşıldığını gelinmediyse bile yani aşağı yukarı benim dediğime benzer bir şey olduğunu. fakat öyle tahmin ediyorum ama dediğim gelecek tahminleri yaratıcıdır bu iyi bir tablo mu insanlık için kötü bir tablo mu olduğunu söylemekten acizim. fakat her zaman söyledim gene söylüyorum insanın donanımı ahlaki donanımın sınırlı normalde insanda memeli canlınınkini aştığını ve insanın bir metamorfoz geçirmesi gerekiyor evvelce de gerek şuurun artması bir kozmik şuura dönüşmesi gerekse kabiliyetlerinin yani bilgisayara benzeterek söylersem hard beyninde soft beyninde DNA’da da değiştirilmesinden bahsediyoruz yani modern dünyada. Bu tabi son derece tehlikeli ve şeytani bir şey. Şeytan da insana böyle bir tanrı rolü telkin ediyor elbette taa o ilk — ayetinde olduğu gibi iyi ve kötüyü bilince tanrı, fakat şimdi problem de o zaten iyi ve kötüyü şu anda idrak edemiyoruz.
Numan Hoca; o bittikten sonra iyi bir şey, kötü bir şey diye belki değerlendirmek mümkün
Şahin Hoca; belki mümkün olacak o yüksek şuur halinde ama zaten eğer öyle yüksek bir şuur hali kazanırsak o zaman Musa’nın dediğine geleceğiz öldürmeyeceksin bir kere öyle savaş mavaş olmaz kardeşim, atom silahın, genetik silahın, biyolojik silahın bilmem iklim savaşının bilmem başka şeylerin olduğu bir dünyada robotların öyle terminatörlerin olduğu bir dünya da savaş yapılmaz. yapılırsa bir felaketle sonuçlanacağı kesindir yani en azından bazı insanların felaketi olur birçok insan sıkını geçer, şu anda görüyorsunuz 3 milyon Suriyeli Türkiye de 10 milyon muhaciri var. Yani bana sorulursa zaten ben tek bir insanın sıkıntısını da kabul etmiyorum velev ki bu insan şuursuzluğu yüzünden tek bir insan mağdur olsun geriye kalan vallahi onu da kabul etmiyorum. Tek bir insan bile mağdur olmamalı zaten hepsi mağdur olur, hepsi mağdur olmasa bile bir kısmı mağdur olur ki zamanımızda milyonlarca mağdurdan bahsediyoruz şu anda öyle değil mi? eğer sayılarla konuşacaksak bana göre tek bir insanın bile mağdur olmaması gerekir bu insan çılgınlıkları yüzünden ama oluyor. Ve biz bu şuur seviyesinde kaldığımız sürece, bu kültürle, bu siyasi yapılarla, bu anlayışlarla kaldığımız sürece insan şuurlar sınırları içinde böyle olması mukadder. Yani eskiler Araplar derki ya el mukadder rayı– takdiri değiştiremezsin. Bu adeta biyolojik bir takdir gibi sınırları belli ben ve çocuklarım ve ailemin menfaati eğer benim ailen hayatta kalsın diye zaruriyse ben öbür ailenin aleyhine her türlü gayriahlaki işe kalkışabilirim açlıktan ölmemek için anladın mı? Bu doru değil insanın sınırı ve bunun aşılması gerekiyor. Çünkü içinde yaşadığımız çağ bunu hazmedemeyecek kadar tehlikeli işte biyolojik silah var nükleer silah var, iklim tehlikesi var, dünya çapında problemler var ve dünya çapında çözümler üretemiyoruz peki niye üretemiyoruz? Çünkü aslında insanın organizasyon kabiliyeti de sınırlı elimizde birçok imkân olmasına rağmen bugün internet diye bir imkân var fakat dünyanın bütün iyi insanlarını bir platformda buluşturabilir misiniz hadi uğraşın bakalım uğraşsanız bile 50 sene uğraşmanız lazım gene de başaramamanız mümkün değil mi? yani bir de şunu biliyoruz yaradılıştan iyi veya yaradılıştan kötü insanlarda vardır. Yani şimdi biz konuşurken afaki, kültürel, felsefi değerlendirmelere göre konuşmuyoruz bir takım tıbbi bilgilerimiz de var, bir takım başka bilgilerimizde var. şimdi onları da hesaba kattığınız zaman ha dur bakalım iş o kadar basit değil demek ki mevkiin de kalıyorsun binaenaleyh zaten şu anda olan şey yani bir takım mentogratların bürokratların, otogratların her neyse bir takım anarşinin ve bir takım atogratik yapıların böyle üniversiteler bilmem böyle faaliyetler gibi süre geldiği bu dünya yine belki bu minval üzere fakat bu hatların çok daha keskinleştiği yani kimin ne olduğunun daha net belli olduğu bir dünyaya doğru şimdi ki Türkçe kelimeyle evrilecektir diyelim ne diyorlar tekemmül edecektir, değişecektir bu görülüyor ümit ediyorum ki İnşallah eğer bu metamorfoz gerçekleşirken insan şuurunda da böyle eski büyük insanlarda, insanlığın şerefini, haysiyetini temsil eden böyle eflatun gibi Tolstoy gibi, Mevlana gibi bilmem efendim Toynbee gibi ne bileyim peygamberler gibi hakikaten ufku anlayışı geniş, yüksek mistik tecrübelerde gördüğümüz gibi yüksek şuur sahibi insanlar oluşsun bu metamorfoz sayesinde ve onlar mentograt olsun ama öyle olmayabilir. Meçhul hiç öyle olmayabilir hatta çok daha karanlık bir tablo da oluşabilir her halükarda şu çok net görülüyor öyle de olsa insan şuuru ve insan bedeni transforme olduğu bir metamorfoza uğradığı yani tıpkı kelebeğin tırtıldan çıkması gibi bir metamorfozla başka bir yaratığa dönüştüğü bir dünya zaten insanlık tarihinin sonu demektir. yani orada artık suni insanların tarihi başlamış demektir eskide olan insan bitti insanlık baki kaldıysa bile diyelim ki. İster müspet olarak kalsın ister menfi olarak bu karanlık tablo her ne şekilde gerçekleşirse gerçekleşsin her hâlükârda eğer böyle olursa 40 sene sonra diyelim ki beni temenni ettiğim gibi böyle Tolstoy gibi, yunus emre gibi insanlar mentograt oldular da dünyayı yönetiyorlar falan donanımları da ona göre, şuurları da ona göre, yapıları da ona göre, DNA’ları da ona göre her neyse böyle değişti çok güzel oldu iyi güzel de o zaman insanlığın sonu demektir zaten çok güzel oluyorsa bir çeşit cennet demek bu zaten ona çok kötü de oluyorsa bir çeşit cehennem demektir zaten her halükarda kıyamet demektir bu insanlığın sonu demektir 40 sene sonrası. ha o 40 seneyi görebilecek mi insanlık daha önce sonlanabilir mi o da mümkün görünüyor bana yani önümüzdeki yıl ya da bir sonraki yıl yada 50 sene sonra 50 sene dediğim zaten dediğim şartlar gerçekleşmiş oluyor da ya da diyelim 25 sene sonra bir felaketle hepsini birden bu şartlar daha oluşmadan yeryüzünden silinmesi pekala mümkün bu bir iklim değişmesiyle olacak gibi görünüyor zaten.

  1. HAFTA KISIM 6

Gibi görülüyor maalesef hiçbir tedbirde alamıyoruz şu andaki halimize. Valla aslında işte bu yüzden insanlığın yeni bir tarih felsefesine, yeni bir vizyona ihtiyacı var. Ve yüksek ahlaki donanımı yüksek şuuru telkin eden ve insanlara az çok gidişatın tehlikelerini göstere, tartışan insanlar olarak üzerimize düşeni yapmayı çalışacağız, yapıyoruz da zaten ama daha fazlası maalesef şu an için elimizden gelmiyor. Ben bazen böyle belki gelecekte bazı imkânlarla da bunun organizasyon kabiliyetinin biraz genişlettirilebileceğini düşünürüm. Yani şu anda Türkiye de mesela milyonlarca sahipsiz, milyonlarca tabi mübalağa oldu ama yüzbinlerce sahipsiz Suriyeli çocuk var. Öyle tasavvur olan bir zengin olsaydı benim gibi düşünen ben zengin olsaydım faraza veya imkânlarım olsaydı yeteri kadar büyük paralardan bahsediyorum tabi Koç gibi, Sabancı gibi, Ülker gibi falan. o zaman 300-500 Suriyeli çocuğu alıp nasıl olsa kimsesiz diye zeki olanları toplayıp özel olarak böyle 30 sene 40 sene ne kadar yetiştirebiliyorsam o kadar Eflatun tarzı yetiştirmeye başlayacağım kardeşim adam gibi adam yetiştirmeye başlayacağım diye teşebbüs ederdim şahsen ama öyle bir şey olmuyor, yapamıyorsun gücün yetmiyor. Yani en azından acaba biz ne yapabiliriz diye bir mesuliyet hissi duyması lazım vicdanı insanların çünkü herkes her şeyden mesuldür aslında Dostoyevski’nin dediği gibi. Fakat biz farkında mıyız? farkındalık meselesi maalesef insanın çok yüksek kültür seviyelerine ulaştığı, böyle profesör olduğu, büyük politikacı olduğu bilmem işte şu oldu bu olduğu hallerde bile böyle bir farkındalığın olmayabiliyor, çok fazla saçmalayabiliyor insan. Bizim mübalağa ettiğimiz kadar yüksek bir yaratık değil. Yani şuuru çok sınırlı farkındalığı çok sınırlı, bilgisi çok sınırlı, muhakemesi çok sınırlı bilmem efendim tecrübesi çok sınırlı, vicdanı, merhameti, kalbi neyse bir sürü vasıfları sınırlı ortalama insan bu kabiliyete maalesef sahip değil. Bunun için bir meterrefort gerçekten geçilmesi gerekiyor ama bunun temenni edebilir miyiz? Edersek zaten insandan vazgeçmiş olmuyor muyuz?
Numan hoca; bir anlamda öyle bir çelişki var, insanı zaten bitirmiş oluyor.
Şahin Hoca; kendimizi tanrı yerine koymaya ne derece hakkımız var. bir yandan da o meşhur iktisatçının evolüsyona dayanarak böyle holisizm falanda diyerek de işte zaten insanlık tekamül tarihi böylede, şimdi de bu tekamülünü gerçekleştiriyor. Şuur bu seviyeye kadar gelecek sen istesen de istemesen de bu kompleksiteye ulaşacak kardeşim. Nasıl ki sıradan bir aileden gelen çok kötü şartlarda büyüyen acayip korkunç şeyler yaşamış olmasına rağmen efendim pekte fakir olmasına rağmen bir yandan, neyse her kelime yanlış oluyor ya yani bütün kötü şartlara rağmen çok sıradan aptal bir Şahin Uçar bile bir noktada gelip gelip böyle ta ben tarih filozofuyum falan filan diyebilecek bir seviyeye kadar geliyorsa yani bir şeyin hangi istikamette, hangi sebeplerle, hangi sonuçları doğuracağını bilemiyoruz. Olmazdı yani şimdi niye benden çok daha zeki olan kardeşim sadece ilkokul mezunu olarak kalmış değil mi? yarın bir gün ziyarete gelir sana da tanıştırırım. Fakat şartlar elbette belirleyicidir müspet ilimlerdeki gibi laboratuvar şartlarını temin edebilirsen şartlar bizi nasıl etkiliyor belki tahlilde edebilirsin ama biz zaten hangi küçük sebebin ne gibi büyük sonuçlar doğurabileceğini böyle kelebek etkisi diyorlar ya şimdi ki moda tabiriyle söyleyeyim veya hangi şartların iyi sonuçlar hangi şartların kötü sonuçlar doğurabileceğini de hesap edemiyoruz. Mesela çocuğunuzu yetiştirirken çocuğu şımartırsınız şımarık olur, iyi davranırsan çocuğa şımarık olur beceriksiz olur, kötü davranırsanız bilmem aşağılık kompleksine kapılır yani nasıl davranırsanız sizin istediğinizden çok farklı bir etki bırakması mümkündür yani. Bazı şeyleri biz bildiğimizi zannederiz de mesela insanlığın ciddi bir fikri yoktur eğitim hakkında gördüğüm kadarıyla mesela gerek ailelerde gerek okullarda Eflatun söylemişti bazı Tolstoy gibi adamlar söylemişti ama yani hiçbir ahlaki eğitimden bahsetmiyoruz, hiçbir ruhi disiplinden bahsetmiyoruz sadece öğretimden bahsediyoruz eğitim deyince değil mi? yani birçok şeyi hala anlamamış olduğumuzu görüyorum. Zaten de bunun böyle olması tabiidir. Çünkü maalesef son asırlarda aynı zamanda uzmanlık çağlarıydı, akıl çağından itibaren çünkü ilim çok gelişti herkes kendi uzmanlık alanını biliyor. Herkes kendi uzmanlık alanının perspektifinden bakıyor sınırlı bir bakış oradakilerin madde bir. Ayrıca bazı uzmanlık alanları tamamen önemsiz uzmanlık alanlarıdır. Yani her şey psikiyatri değil adam karga uzmanı da olabiliyor.
Numan Hoca; hentomoloji değil mi?
Şahin Hoca; yani şimdi tamam sen uzmanlık alanında çok iyisinde bunun insanlığa, insanlığın gidişatıyla ilgili yüksek fikirlere seni ulaştırması mümkün değil. Onunla ilgili herhangi bir irtibatı da yok herhangi bir şekilde sen bundan hareketle bir yere varamazsın yani sadece uzmanı olduğun alanın uzmanı olursun. Çok fazla kara cahil uzman var çağımızda ve bunlarda her biri kendi perspektifinden bakıyor. Mario Mis.. Geçenler de suni zekâ suni zekâ diye tutturmuştu mesela değil mi? efendim öbür adam ben robotikten bakıyorum diyor şimdi sözlerimi şöyle sonuçlandırayım artık çok uzattım zaten bu bahsin teferruatı o kadar çok ki istesek de bitiremeyiz yani buna bir şeyde daha yapmak gerekir ama onu da yapmayalım artık burada noktalayalım sonra geliştirmeye çalışalım. Şöyle ben tamamlayayım yani her bölümün bir uzmanlık alanı var. Şimdi biz bu noktaya kadar geldik tamam insanlığın durumu bu iyi de yani bir yandan gelecek tasavvurları ürkütücü ex— futuristik terimlerle düşündüğün vakit bir yandan çok şey vadediyor insanın kendini aşması da dâhil. Eğer bu benim dediğim gibi müspet istikamette olabilirse güzelde arzu edilebilir bir şey gibi görünüyor. Yani kim istemez herkesin bir Tolstoy kadar vicdanının olmasını. şeyi hatırlıyor musunuz Tarkovskinin Solaris’te adam diyor ki Tolstoy’un bütün insanları sevmek mümkün olmadığı için ne kadar acı çektiğini hatırlıyor musun diyor. Gerçekten mümkün değildir bütün insanları sevmek, insan yani bütün insanlar sevilebilir yaratıklar değildir. Hatta bazı insanlardan nefret etmek daha doğrudur yani. Şimdi böyledir yani insan dediğimiz yaratıkta keşke mümkün olsa da bütün insanları sevebilsem diyor ama sevebilmez olmaz yani işte olmuyor. Bir sınırı var merhametin de, vicdanın da ne yaparsan yap ne kadar geniş bir kozmik şuurun olsa bile efendim ee anlayışla karşılayabilirsin, merhametle karşılayabilirsin falan ama maalesef insan mevcut haliyle şuursuz ve bu gemide kaptansız görünüyor. Daha bizim de işte gelecek tasavvurlarını konuşuruz tamam ama yani evet ruhen, vicdanen verici olmayan, insanlara yardımcı olmayan, kendimizi hazır tutmak gibi bir vicdani borcumuz olabilir ama ondan ötesine zaten gücümüz yetmiyor maalesef insanlar olarak yani şeyimizden dolayı etkisel ağımızın darlığından dolayı. Binaenaleyh İngilizlerin dediği gibi “what ever—–” ne olacaksa olacak yani bizim elimizden zaten kaderde öyle ama Allaha havale etmekten başka hiçbir şey gelmez yani Allah bilir ne olacağını. Fakat insanların çok şuursuz davrandıkları bir gerçek maalesef bütün insani münasebetlerin de. Şimdi bazılarının tasvip edilmesi mümkün değil ben bazı şeyleri hatta konuşmuyorum bile. Mesela mülkiyet kabul edilebilir bir şey değil, devlet kabul edilebilir bir şey değildir olacaksa da mutlak suretle benim dediğim tarzda melotogratik olursa ancak kabul edilebilir. Yani şimdiki tarzda melotogratik değil de arzu ettiğimiz gibi ahlaki, vicdani gelişmiş aynı zamanda tecrübeli, liyakatli, dirayetli insanların yönetim şeklinde olursa kabul edilebilir, aksi takdirde hiç bir şekilde kabul edilemez. Gayrimeşru bir şey gibi görünür çünkü işi uluslararası şirketlere kendi hakkını sömürtmek, hatta uluslararası şirketlerle iş birliği de yaparak kendi halkının da aleyhine çalışan bir kurum oldu. Yahu sen ne halt etmeye kendi halkına GDO’su değiştirilmiş, zehirli genetiği değiştirilmiş yiyecekleri yediriyorsun, kanun marifetiyle öbürlerini yasaklayarak 3 kuruş fazla kazanacağım bilmem falancada filan politik hesabıyla veya falan şirkette anlaştım diye. Bunun adı da devlet diyorsun, kanun diyorsun parlamento olarak kanun çıkardım diyorsun ama sonuç olarak kendi halkını zehirleyen bir hükümetsin doğru mu? Nasıl kabul edilebilir? Yani tahsil demişti ki gerçi buna da gireyim hadi sözü bitirmek istiyorum ama general semantiks dedikleri, umumi semantik dedikleri alanın tabi semantiğin başka çeşitleri de var. İşte böyle bir yönü var genel semantiğin bu tarz yani tartışmak lazım. Demişti ki yani bir insana bir bardak zehirli su versen bunun içinde zehir olduğunu bile bile asla içmez ama bu suyu zehirli fikri gayet güzel enjekte edebiliyorsun beynine ve onun robot oldu mu o istikamette düşünüp o istikamette davranabiliyor, yani zararlı fikirleri taşıyan zararlı bir yaratığa dönüşebiliyor bu kelimeler yüzünden. Bu biraz farkında değiliz insanlık tabı, biraz farkında olmasını temenni ederiz tabi konuşmak lazım, söylemek lazım nereye kadar. Şimdi uzmanlık alanlarına da ancak bunların dilinden konuştuğun vakit bir ölçüde hitap edebiliyorsun aksi takdirde zaten adam anlamıyor. Yani her şeyden bahsediyorsun merakım yok kardeşim, benim sanata merakım yok kardeşim, benim hiçbir dile meyiliyetin yok veya filolojiye hevesim yok, felsefeye hevesim yok. Ya ne istiyorsun evvel teoloji yapacağım ya da efendim tersi iyi de kardeşim yani her şey senin şuurunla sınırlı değil, senin bildiğinden ibaret de değil. Ama işte insan anlamak istemiyor. Kendi şuurundan hareketle dünya tasavvuru var çünkü elinden de gelmez yani müktesebatı o kadar ne yapsın. Herkes kendi müktesebatı ölçüsünde düşünmek zorunda ee maalesef dünyanın şu andaki gidişatı iyi görünmüyor. ona yeni bir vizyon lazım. Bende bazı şeyleri işte konuşmuyorum dediğim gibi işime de gelmiyor. v– mülkiyeti tartışmanın nasıl olsa kimse kabul etmeyecek. Ben mülkiyet gayrimeşru desem bu istikamet değişecek mi sanki veya insanlar kabul edecek mi? tuhaf fikirleri var Şahin Uçar’ın diyecekler, anarşist zaten diyecekler değil mi? şimdi sonuç olarak insanlar kendilerini çok beğendikleri için birde böyle zaafın vardır insanların kendi fikirlerinden, kendi beğendikleri, kendi temayüllerinden, kendi inançlarından, kendi yetiştirme tarzlarından gelen bütün şahsiyetlerine de gerçekte hak ettiklerinden çok daha fazla değer verip ona uygun olmayan her türlü fikri peşinen reddetmek gibi bir temayülü var. Yani ben çok değerliyim Tolstoy bir yerde demişti ki insanlar kendi kendilerinin değerlerini çok izama ederler. Kendilerini olduklarından çok değerli sanmak, Ben çok değerliyim, fikirlerim de çok değerli, maceramda, hatıralarım da her şeyim. Sen bulamıyor musun kardeşim sen yabancısında düşmansın veya senle arkadaşlık etmiyorum bitti işte. Halini sor başka tamam mı? Ama şu anda kendi tabiatımızdan o psikiyatrik vakalarda olduğu gibi kendi tabiatımızdan da yabancılaşmaya başladık son sürat.

Scroll to Top