şiir cinlerin şarabıdır ve hakikat işte bu şaraptadır

“poesis est vinum daemonum et in hoc vino veritas!”
“şiir cinlerin şarabıdır ve hakikat işte bu şarapta gizlidir!”
sâgar-î işret habâb-î sâf-i sahbâ tek nigûn!…
.
İşbu iki farklı latin deyişini birleştirip, çok az ekleme ve tadilat yapmak suretiyle, bu basit meyhane reklamını derin anlamlı bir yüksek şiir nümûnesine dönüştürerek söyleyen şair ise şahin uçar’dır; ki bu sözüm dahi bir maksada münâfîdir ve o da şudur: ez cümle, bizim bazı şairlerin, edebiyatçıların ve entelektüellerin sandığı gibi bir şey değildir gerçek şiir. Hakîkî şiirin mensur veya manzum olmak kafiye-perdazlık vesaire gibi görünen şekil ve formlar bir yana, edebiyat yapmakla ve hatta edebiyatla bile ilgisi yoktur. işte bu latince aforizmayı bu sebeple ve bu anlamda teşkîl ve şiire teşmîl ettim. Yani, ma’lum ola ki -yukardaki izahdan da anlaşılacağı üzere- edebiyatçı olmak , şiir okumak, belli formlarda şiir yazmaya özenmekle veya çalışmakla, didinmekle; yani tek kelime ile söyleyim “kesb“ ile, yukardaki misalde olduğu biçimde bir Şiir Ankaası ele girmez. zira ki bu tarz şiiri ilham eden illuminative ilham kaynağı, Hak dâdıdır, kesbî değil vehbîdir. o bir mevhibe -i ilâhîdir ki ancak gnostik ilham ile âlem-i imkanda ve kalb-i şairde zuhûr ve tecelli ederek ‘adem’den çıkıp önce âlem-i şu’ûra sonra da dile gelir. Bâlâda verdiğim aforizma misalinde dahi görüldüğü üzere, o hâlis şiir cevheri ki nazımla, nesirle, kafiyeyle hatta bilcümle edebiyat ve sanatla alâkası yoktur ve sadece Mevlânâ, Yunus, Fuzûlî gibi büyük mistik şairlere hastır. çünkü o ilham ve mevhibenin, ikinci sınıf sıradan “müteşâirân-insan” tâifesi ile hiç bir râbıtası yoktur. ve öyle şuarâ, edebiyat yapmakla ve hatta edebiyatçılar nezdinde muteber ve meşhur şairler olabilmekle beraber, onların burada bahsettiğim hakiki şiirle hiç bir alakaları yoktur ve olamaz da. çünkü onların Goethe üstadımızın “open secret” veya “sırrı ekber” dediği asıl “Hakîkat” ile hiç râbıtası, mukaareneti veya sâhib- i vâhib ül mekârimden gelen bir ilhâma muhâtab olmak gibi bir isti’dad ve mazhariyetleri de yoktur. Sıradan, normal, alelâde edebiyatçıdır o şairler. Nisbeten biraz idraki geniş olanları ise en fazla tecennün sınırlarında dolaşırlarken kelimelerle oynayabilecek kadar kabiliyeti olan ademoğullarından oldukları için, eserleri de ona göredir: arz edilen hakîkî şiirde olduğu gibi ledünnî bir mevhibe- i ilâhî, ya’ni tabiî , hakîkî ve ilâhî menşeli değil; bilakis, sun’î / insan eseri, tasannu mahsûlü, alışılmış edebî mahsullerden ibarettirler. Asıl şiiri tatmayan ve bilmeyenler bunlara, bu tasannulu, sun’i ve sadece o şiiri yazan şairinin kendi gayretiyle i’mâl ve inşâd ettiği, yani yapıntı , manzumelere şiir diyebilirler. lakin benim nezdimde o çeşit edebiyat esasen yok hükmündedir. halbuki kasd ettiğim kadar yüksek hakîkatlere ise, ancak ve sadece büyük mistik şairler temas edebilir .

“mey”den safâ-yı bâtın-ı humdur garaz heman/

erbâb-ı zâhir anlayamazlar murâdımız… demiş bâkî.

Ez cümle beyan etmiş oldum ki zaten ben şiir kelimesine diğer herkesten farklı ve “her türlü şeklî unsurdan âzâde olan bir mistik ilhâm” hamûlesi ma’nâsını tahmîl ediyorum. malum ola ki, ayni cinsten olmayan mahiyet ve hüviyetler birbiri üzerine herhangi bir illet ile te’sir icrâ edemeyecek kadar yabancıdırlar. İşte misali budur: hakîkî şiir misali diye zikrettiğim işbu aforizmaya, belki de benden başka dünyada bir allahın kulu bile, şiir demez. “mensur biçimde tahrîr ve nazm edilmiştir; şu halde bu bir nesir cümlesidir” derler. edebiyatçı ve şuarâ takımının iyi şiir saydıkları hünerverâne yazılmış san’atli (ya’ni suni’= insan eseri) fakat basit mâ-lâ-ya’nî fikir ve duygulardan ibaret manzumelere, azıcık sanat ziynetiyle süslenmiş ve bir çeşit laf cambazlığı yahut espri, zeka, incelik gösterilerinden ibaret kalan edebî eserlere de ben aslâ şiir demem. Yani aslında benim lisânım, kelimelere yüklediğim mazmûn ve muhtevâ entellerden farklı. Hiç de ayni dili konuşmadığımız anlaşılan entellektüellerin beni anlayamama sebebi de budur. Esâsen bu kadar yüksek hakîkatleri ifâde etmeye hiç bir kelâmın gücü yetmez. Hz Süleymanın dediği gibi (Vaiz:8) “her söz eksiktir!” Ne var ki kalbim bu sözlerin hakîkatini bildi ve tasdîk etti.

“poesis est vinum daemonum et in hoc vinum veritas!”

“şiir cinlerin (demon’ların) şarâbıdır ve hakîkat işte bu şarapta gizlidir!”
.
Gör anâ ne rengler geçmiş sipihr- î nîl-gûn! (Fuzûli)

.
Ve her ne kadar şahin ismiyle müsemmâ olsak dahi bencileyin “mağrıbî-ankaa kuşu” bu iklimde kaç yüz yıldır bulunmaz ve görünmezler: Mevlânâ Hudâvendigârın “Ve harra Tûru Sâikâ” diye tasvir ettiği o Tûru Sînâ bezminde Mûsâ’ya denildiği gibi: “Ego sum qui sum”: “Ben Benim” ya’nî ve hattâ, “men menem dîger nist!” zîrâ ki bu bencileyin bu ilde garîb kalmışım, “meta’-i nengden ârî ve libâs-î ârîden ûr” olup, bir başka gökyüzündeki o şâh-i merdân âvâzı verilmiş turnalara -ve çok başka bir âlemde- refîk olmuşum. Amma ve lâkin ve ne çâre ki bu hâl için; “men lem yezuk lem ya’lem” derler. Tarifi dile gelmez vesselam…
..

Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîl-gûn

Scroll to Top