Bana gelen kitaplardan Prof.. Şahin Uçar’ın “Varlığın Mânâ ve Mazmûnu” adlı eserini zevkle okudum ve sanatım açısından faydalandım da. Prof. Uçar, yeni bir epistemolojiyi anlatabilmek yahut eski Batılı anlamda epistemoloji anlayışının yetersizliğini anlatmak için işe çok ilginç bir yerden başlıyor. Mazmûn nedir? Mazmûnu, doğrusu ben de herkes gibi ve Prof. Uçar’ın eleştirdiği tarzda, divan edebiyatı benzetme biçimleri olarak bilirdim. Oysa Mazmûn burda, kitapta, yeni bir bakış açısıyla derinleştirilince çok başka mânâlar taşıdığını görüyorsunuz. Bir iki tanım verelim:
“Mazmûn manalarına bir türlü nüfuz edilemeyen, açık sırrın mazmûnudur”
“Mazmûn her şeyden evvel, bir sembole dönüşmeden önce bir istiaredir.”
“Batı dillerinde imaj, bizde bazı uzmanların mazmûn dedikleri şeydir. Tabii olarak, mazmûn imajla başlar, ancak sonunda basit bir imaj olmaktan çıkarak sembol olur.”
“Mazmûn, beşeri tefekkürün bütün temel meselelerini tartışmak için müsait bir kavramdır.”
Çok zengin bir üslup ve örneklerle geliştirilen Mazmûn bahsinden sonra, sıra tarih felsefesi ve epistemolojisine geliyor. Ama “tarihçi, tarih nehrinin akışı içinde sürüklenerek yol aldığı için” yüksek şuur seviyesine erişemez ve tarih hakkında tarafsız olamaz. Bu bölümde, Prof. Uçar, bu bölümü izleyen bölümdeki mantık ve matematiğe baktığı gibi, tarihe de “tarih ötesi tarihten bakmak” ister. (Meta-history) Nasıl tabiatın bir tabiat ötesine (meta-fizik) ihtiyacı varsa, tarihinde böyle bir referans çerçevesine ihtiyacı olduğunu düşünür. Ve hatta matematikte dahi “en azından mantıktaki kadar başa çıkılamayan paradokslar” olduğunu gösterir. Hatta “quantum mekanikçilerine göre, fiziki realitenin dahi paradoksal bir yapıya sahip olduğunu…”
Aristo mantığı sabit ve değişmez bir realite olarak maddi nesneleri ve uzay kavramlarını ihtiva eder. Eflatun’un idealar sistemi mükemmel olduğu için formları sabittir, değişmez. Halbuki bizim dünyamız, zamana bağlı intibalar olarak değişen bir nesneler dünyasıdır. O halde, “kendisi de değişmeyen ve bütün varlık cümlelerini ihata eden bir fizik ötesi devamlılığı tartışmak, bir temel metafizik meselesi olarak anlaşılmalıdır ve bu asli meseleyi ele alan yeni bir metafizik düşüncesine ihtiyaç vardır… Çünkü görünen gerçeğin arkasındaki “gizli anlam” herkesin göremediği bir açık sırdır. O halde ne yapmalıdır?
“Otoriter skolastikten çok farklı ve hür düşünceli bir sufi metafiziği var. Bu metafizikten ve matematik teorisinden hareketle ortaya konacak çağdaş bir metafiziğin çağımızın en büyük ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.”
“Külle yevmin hüve fi şe’n” Allah, Kainatı her an yeniden yaratan ve yaratmaya devam eden bir hallak-ı dâimdir.”
“Keşif ehli arifler, Allah’ın her nefeste tecelli ettiğini görürler. Halbuki tecelli tekrarlanmaz. Şu halde onlar, her tecellinin yeni bir yaratılış getirdiğini ve eski varlığı giderdiğini şühud gözüyle görürler.”
Bu kitabı okumaktan başka bir çareniz yok sevgili okurlar. Ben, kendi açımdan, sanatım açısından çok faydalandım. Ama yerim dar. Yeteri kadar anlatamıyorum. Hatta alıntı yapamadığıma daha da çok üzülüyorum. Çünkü Prof. Şahin Uçar’ın dili, uslübu, konusunun dışına taşan divan edebiyatı ve batı edebiyatlarına dair zengin bilgisi bu ilmî kitaba şaşırtıcı bir cazibe veriyor.
Ben Şahin Uçar’ı ilk, “Muvaşşah” şiiriyle tanımıştım. Bu şiirin hiç olmazsa son bölümünü yazmadan edemeyeceğim.
Yaşadığı zamanı beğenen şair olmaz
Geçen gün âh geçmiştir gelecek belli olmaz
Yalnız bu ân senindir. O da sana yâr olmaz
Şiirle aşamazsam ben bu yeri, bu ânı
O kayıp cennetleri ya niçin yazıyorum?
.
Yeni Şafak: 4 Nisan 1996 Perşembe, s. 12