SİS
I
Sis bastı birdenbire: kapladı ufkumu sis
örtüyor rûhumu sis/ ey gâibden gelen ses!
gözlere perde çeken/ bu sis mazmûnu nedir?
ömrümün mazmûnu sis: kaybolan günlerimiz..
yayılan sisten çıkan rûh bana hatırlatır:
ey tarladan sökülen/ altın başaklı zamân!
ey başakla yakılan/ parlak ateş, kör duman
yeşil, “firik-buğday”lar tutardık elimizde
o tâze buğday tadı ki hâlâ gönlümüzde
bir kaval nağmesidir sis bana hatırlatır
“kavaktaki kargalar” türküsü dilimizde
“Gavahdaki gargalar
garga dalı yırgalar”
yarpah yere düşmeden
gün geçer ahşam olar.
II
Akşam olur… yıldızlara bakardık
geceleri aya türkü yakardık
horlatmalı kaval çalar geceleri
“-âye,” derdik, “ay harada geceler?”
geceler, ay geceler
ay ışıyan geceler
ay, gara göl’de gezer
yar, göğsümde geceler…
Dağılan sisten çıkan ay bana hatırlatır
kurt uludu, ben çaldım, kaval çaldım her gece?
dağılan sisten çıkan ay bana hatırlatır
geçip giden günleri, geceleri, sessizce…
sis yayılır; gözümde çocukluğum canlanır:
III
Sivas Çifteminâre/ Dar’üş-Şifa’ya bakar
biri binasız kapı… biri şifâsız yapı!
tuğlaları “Muhammed” yazar minaresinde-
“el-mülkü lillah” yazar kapının hücresinde
kapıda bir bilmece, yazıda bir “sır” vardı:
iki binâ arası yoldur; gelenler, geçer
yol boşluğa açılır-kapı boşluğa çıkar
çocukluğum bir yola/ bir bu kapıya şaşar:
kapıdan geçiyordum, bir yola, bir boşluğa
bir köşe kapmacaydı, bir oyun, bir muamma!
bir yanı yoldur… kapı! arkası boşluk kapı…
boşluğa açar kapı çifte kanatlarını
ey ölümsüz çocukluk! oyun değildi boşluk
çocuk! yolun sonu yok! ömrün kapısı yıkık…
şimdi çok uzaklarda/
çok uzaklarda şimdi
küçük çocuk sesleri
hüzün, gençlik yasları
yalnızca sis var burda…
IV
Sisler ardında kaldı çocukluğun sesleri
kederli, iç çeken bir neydir gönlüm bu gece
dağılan sisten çıkan ay bana hatırlatır
geçip giden günleri, geceleri, sessizce…
-ey çocuk sis dağılır ve yalnız bu söz kalır-
sis kapladı her yeri, örtdü bütün yüzleri
gavahdaki gargalar
garga dalı yırgalar
yarpah yere düşmeden
gün keçer ahşam olar…